SARAYBOSNA


Gezi tarihi: Mys. 2013


İstanbul Saraybosna uçuşumuz 1.5 saat sürdü. Saraybosna  Havaalanı dağların arasında ve bu uçak nereye inecek dedirteceklerden. Valizlerimizi de alıp, sorunsuz bir şekilde, taksiye bindik. 15 Km.lik bir yol var şehir merkezine. Savaş sırasında yiyecek, silah ve insan sevkiyatı yapılan TÜNEL’in başlangıç noktası olan ev, havaalanına daha yakın ama, kapalı olduğu bir saatte yakınından geçtiğimiz için, görme teşebbüsünde bulunmuyoruz. Otele gidişimiz on dakika kadar sürdü. Bu coğrafyada  otobüsler de dahil, valizler için de ücret alındığından, 30 Marka (konvertbl mark) ücrete itiraz etmiyoruz.
Pegasus promosyonlu seferlerinde, ikram yapmıyor. Otobüs firmalarında dahi çay kahve ikramı varken, böyle bir uygulama bence, cimrilikte  vak vak amcayı da geçer.

Otelimiz, Latin Köprüsü’yle Başçarşı arasında kalan bölgede yani ideal bir yerde. Yerleştikten sonra, acıkan karnımızı doyurmak üzere Başçarşı’da eski Caminin yanındaki Hodziç 2’de alıyoruz soluğu. Bir porsiyon cevapciçide, pide arasında 10 köfte var. Nasıl leziz olduğunu ve sonra da nasıl bir susattığını, bilmem söylemeye gerek var mı? (Hodziç 2 1porsiyon cevapciçi 9KM. bir ayran 1 KM.)
Karnımızı doyurup, sularımızı aldıktan sonra, sebilin yanından geçip, KOVACİ MAHALLESİ’ne doğru yöneldik. Yolumuz İzzetbegoviç’in de anıt mezarının olduğu mezarlığın yanından geçiyor. Mezar taşlarında doğum tarihleri ne kadar farklılık gösterse de ölüm tarihleri 1992-1996 arasında değişiyor.

Bir yokuştan yukarı SARI TABYA’ya doğru, Osmanlı tipi evlerin de olduğu sokaklardan geçtik. Sarı Tabya, Saraybosna’ya tepeden bakan, gördüğümüz kadarıyla da gençlerin buluşma noktası. Savaş yıllarında ya yeni doğmuş, ya da henüz doğmamış gençlik, bacaklarını  oturdukları duvardan aşağı sarkıtmış, güneşin batmaya hazırlandığı şehirlerine bakıp, belki de şehri görmeden sohbet ediyordu. Aşağıda Milyaçka Nehri, savaşın kötü günlerini geride bırakmış akıyor, karşıda yüksek tepelerinden şehre kurşun yağdıran silahlar susmuş, geçmiş unutulmaya çalışılıyordu.

Her ne kadar Bosna’lılar o günleri konuşmamak, unutmak istiyorlarsa da, binaların cephelerinde bırakılan kurşun delikleri ve Mostar’daki köprünün  bir ayağının yamacındaki taş üzerinde, mesajlarını veriyordu, ‘’UNUTMA’’
Sarı Tabya’dan aşağı bu kez mezarlığın içinden geçerek indik. İçindeki binlerce kitabın, bu arada el yazmalarının yakılarak bir kültürü yok etme adına,  dünyanın hafızasının bir parçasının silindiğini  eski kütüphanenin ve Belediye Binasının yanından geçtik.

Latinski Köprüsü’nün başındaki durakta gelen eski püskü tramvayları seyredip, nehir boyunca yürüdük. Karşı kıyıdaki gösterişli Sinagog binasını ve diğer yerleri gezmeyi ertesi güne bırakıp, Mostar biletlerimizi almak için şehrin batısına doğru yolumuza devam ettik.

Marsala Tita ve onu ismi değişerek takip eden caddeler  boyunca yürüdük. Önündeki büyük süs havuzu ışıklandırılmış, şehrin belki de en gösterişli yeni binası olan alışveriş merkezinin  yanından geçtik. Otogara kadar 3 km.lik yolun sağ tarafında hayat varken, sol tarafı pek sessiz ve hareketsizdi. 

Tren istasyonu ve otobüs terminali neredeyse yan yana. Küçük ama derli toplu bir otogar. Biletler alışveriş fişi şeklinde, kağıt israfı yok memlekette. Biz bilet sırasındayken, yüzyıldır yıkanmamış yaşlı bir kadın, ki herhalde dilenci idi, torbasındaki bir avuç bozuk parayı, bütünlemesi için bilet kesen görevliye veriyordu. Aralarındaki diyalogu hiçbir zaman bilemeyeceğiz, ama pek de neşeli değildi.

Saraybosna Mostar otobüs bileti 19 KM. İki kişiyi doyuracak büyüklükte bir tost,bir kahve, dondurmalı bir pasta ve iki kap dondurma daha, şık bir sunumla VATRA PASTANESİ’nde sadece  ve sadece 19 KM. Başçarşı’daki otelimizden OTOGAR’a taksi 6 KM .

Akşam Ferhadija Caddesinde turlayıp, caddenin en hareketli bölgesindeki VATRA PASTANESİ’nde oturduk. Trafiğe kapalı olan caddede  pastanenin karşısındaki masalara servis yapan garsonların hızına ve pratiklilklerine hayran olduk. Verilen siparişin varyasyonlarını aklında tutup, eksiksiz servisini yaptıktan sonra, çakmağını da bize hediye etti.  
            
Ertesi sabah Latinski Köprüsü’nden karşıya  geçip İMPARATOR CAmi ve yukarı mahallelere doğru yürüdük. Her boş alanda bir mezarlık oluşturulmuş.  İNAT KUCA restoran da bu yakada. Şehrin batısına doğru yürüyünce SARAYEVSKİ BİRA FABRİKASI’nın şık binası, karşısında da SAN ANTHONY KİLİSESİ gezilecek yerler.

Nehrin bu yakasında yürümeye devam edince gösterişli binasıyla AŞKENAZ SİNAGOGU göze çarpıyor. Biliyorsunuz, Türkiye’de bir süreden beri Hahambaşı’lıktan izin alınmadan sinagoglara girilemiyor. İlk defa bir sinagoga  Saraybosna’da girdim. Tavanları, duvarları kalem işi desenlerle süslü  binanın ibadethane bölümüne kilitli kapılardan ve rehber eşliğinde geçtik. Erkeklerin başına takmaları için birer ‘’kipa’’ verildi.  Saraybosna’daki Musevi cemaatın  ibadetlerine  devam ettiği  sinagogda kadınlar sağda erkekler solda  otururmuş.
     
Saraybosna’nın en büyük camisi GAZİ HÜSREV CAMİ. Karşısında da medrese bölümü olan cami, aynı zamanda BAŞÇARŞI’da dolaşıp yorulanlar için iyi bir mola yeri. Başçarşı, gerçekten de Osmanlı döneminin çarşı görünümünü, Kapalı Çarşı’dan da Sultanahmet’teki Arasta’dan da kat kat fazla yansıtıyor. Bu arada, Saraybosna’da ezanlar hoparlörlerden değil, doğal insan sesiyle okonuyor.

Ferhadija Caddesi üzerinde Ziraat Bankası, kafeler, mağazalar ve bir de katolik kilisesi var. Nehir tarafındaki bir alt paralel caddede bir büyük kilise daha var.  Ama kiliselerin en eskisi, sebile yakın Ferhadija Caddesi’nin en başındaki, Bizans döneminden kalma ortodoks kilisesi.

Önceki gün 16.00 gibi geldiğimiz Saraybosna’dan, 14.30 da Mostar’a gitmek üzere hareket ettik. Tüneli gezmedik, müzelere girmedik, onun dışında şehirde görülecek her yeri gördük.  Biletlerin üzerinde hareket saati ve kalkış peron numarası yazıyor. Yerler numaralı değildi. Ve bu coğrafyada adet olduğu üzere, valiz başına 2 Bosna Markını da görevliye verdik. Doğanın cömert davrandığı ama insanlarının huzurları kaçmış  bu ülkede yolumuza devam ettik.

Yorumlar