İKİ KADIN IKİ HİKAYEYLE DOĞANCILAR'DAN ÜSKÜDAR'A

     



Üç yıl önceydi, Üsküdar'da Şehir Tiyatrolarının ''Hayal-i Temsil, Afife ve Bedia'' oyununa gitmiştim. Oyunda, ilk Müslüman kadın tiyatrocumuz Afife Jale ağırlıklı olmak üzere, onun hemen ardından sahnelerde gözüken Bedia Muvahhit'in hayatları, makyör Dikran Efendi'nin anlatımıyla sahneleniyordu.


Afife Jale 1902'de Kadıköy'de doğan, hayal dünyası çok geniş bir çocuk. Zaman, sahnelere Türk ve Müslüman kadınların çıkmasının yasak olduğu yıllar. Dar'ül Bedayi'nin (Zamanının konservatuarı)açtığı kursa gidiyor (Bu kursu bitiren kadınlar, sadece kadınların seyredeceği oyunlarda rol almak üzere yetiştirilecek), başarılı oluyor ve kaçak da olsa fırsat buldukça  sahneye çıkıyor. Bir kaç kez kıl payı kurtulabildiyse de sonunda yakalanıyor. 


Cumhuriyetin ilanından sonra kadınlarımız da artık sahneye çıkmaya başlamıştır ancak, Afife Jale'nin tiyatrodan ayrı kalamadığı stresli yaşantısında baş ağrıları başlamış, doktorunun verdiği  morfin, giderek bağımlılığa dönüşmüştür. 


Tam da o kötü günlerde bir gün, Kuşdili Çayırı'nda bir konserde tambur çalan Selahattin Pınar'la karşılaşıyor. Bir Bahar Akşamı Rastladım Size, işte o aşktan doğuyor. Evleniyorlar, enginar bile yetiştirdikleri küçük de bir bahçeleri oluyor. Oyunda bu mutluluk günleri, kimin yetiştirdiği bitki daha güzel sahneleri ile canlandırılıyor.


Aslında amacım tiyatrodan sonra indiğim Üsküdar Meydanı'nda, hayatı roman olacak başka bir kadının yaptırdığı cami ve hayatına şöyle bir dokunmaktı ama, madem oyundan başladım yazıya, Afife Jale'den bahsetmeden geçmek de olamazdı tabii.


Selahattin Pınar; sonra Nereden Sevdim O Zalim Kadını, Bana Zehretti Hayatın Tadını da diyecektir şarkılarında ama, altı yıl süren evlilik sonrası ayrıldıklarında da onu unutamayacaktır. Afife Jale'nin hayatı ne yazık ki Bakırköy Ruh ve Sinir Hastanesi'nde otuz dokuz yaşında son bulur.  


Evet, tiyatrodan çıkıp Doğancılar Parkı'nın karşısından Doğancılar Caddesi'ni takip ederek, barok stili ve duvarlarındaki kuş evleri ile  en beğendiğim camilerden  Ayazma Camisi'ne doğru yoluma devam ediyorum. Cami adını yakınındaki ayazmadan alıyorsa da, ben kuş evleriyle ilgilenmekten, ayazmanın hiç bir gidişimde peşine düşmedim.


Rastgele ara sokaklardan inerken karşıma çıkan ahşap mütevazi evler, bu yürüyüşün armağanları oluyor. Sonunda denize ulaşınca sağa Üsküdar Meydanı'na doğru yöneliyorum.

Üsküdar Meydanı'nda hep Mihrimah Sultan Camisi'nin gölgesinde kalan, Yeni Valide Sultan Camisi'nin beş kapısının birinden dalıyorum dış avlusuna. 


Üsküdar'ın tepelerinden birine, Atik yani Eski Valide Sultan Camisi'ni yaptıran  Nurbanu Sultan'la kaderleri neredeyse aynı olan, Rabia Gülnuş Emetullah Sultan'ın, cami, sebil, okul,imaret, çeşmeler, dükkanlar ve türbesinden oluşan külliyesi burası.  


Girit'te oturan Venedik kökenli  Verzizzi ailesinin Evmania Voria adındaki kızıydı Gülnuş. Kader, onu da Nurbanu Sultan gibi, esir alınıp  saraya hediye edilen küçük kızlardan biri yapmıştı. 

Eğitilmiş, büyümüş, çok güzel akıllı da bir kız olmuştu. Kayın validesi Kösem Sultan'ı alt eden Turhan Sultan, Gülnuş'u oğlu Avcı Mehmet'e uygun görmüş ve evlendirmişti. Avcı Mehmet karısına o kadar düşkündü ki, gittiği seferlere onu da götürdüğünden, gül yüzlü Gülnuş Sultan, Osmanlının en çok gezen sultan payesini de edinmişti.


Kocasından sonra oğulları tahta geçtiğinde, Gülnuş Sultan yirmi yıl da Valide Sultanlık yapmış, Edirne Sarayı'nda vefat ettiğinde, hayattayken yaptırdığı, her yanı açık, adeta çok süslü demir bir kafese benzeyen, Yeni Valide Sultan Camisi'ndeki türbesine defnedilmişti. 


İki kadın, iki hikaye, bir külliye, Üsküdar'dan bindim mi trene, ver elini Ayrılıkçeşme.


Kaş / Ey. 2020

Yorumlar