İKİ KADIN İKİ HİKAYEYLE, ZEYNEP KAMİL ÜZERİNDEN PARİS'TEN KAHİRE'YE




Bayağı uzun bir yol olacak ama öyle hikayeleri var ki,  yolculuk güzel geçecek.


Yanlış hatırlamıyorsam, İstanbul Modern'in kolleksiyon tabloları arasındaki oto portresinde  görmüştüm Mihri Müşfik'i ilk kez. Tanıtım yazısında bayağı ilginç bilgiler vardı ki, eve gelince hemen araştırmaya başlamıştım.


Kadıköy'de, doğduğu konak için kah Bahariye'nin, kah  Moda'nın adı geçiyordu. Hatta bir ara, konağın olduğu sokağa, babası Dr. Rasim Paşa adı verildiği de yazıyordu. (Eski haritalarda çok araştırdım, bulamadım)  Değişmeyen,  Kafkas kökenli aristokrat bir ailede, doktor bir babanın, modern, kültürlü, iyi yetiştirilmiş kızı olduğuydu


Baba tarafından sarayla akrabalık ilişkileri olduğundan, küçük yaşta saray ressamı Zonaro'dan resim dersleri de almıştı. On altı yaşlarındaydı, sahte pasaportla Roma'ya gitti. Orayı resim konusunda yeterli bulmayıp Paris'e geçti. Bir daire tuttu, bazı odaları kiraya verdi, kiracılarından Sorbonne'da okuyan Müşfik Selami Bey'le birbirine aşık olup evlendiklerinde tarih 1904'tü, Mihri Hanım on sekiz yaşındaydı.


O, resmini geliştirirken,  biz şöyle bir Paris turu yapalım mı?


Paris'in en gözde caddelerinden biri olan Bulvar Haussmann'daki otelimizden çıkıp, La Fayette'in rengarenk  vitraylı cam kubbesini görüp, alışverişe takılmadan, mağazadan çıkalım ve opera binası Garnier Sarayı'na doğru yürüyelim. Cadde birbirinden şık ama sade insanların yürüdüğü bir podyum gibi. 


Muhteşem opera binasından sonra, Seine Nehri'ne doğru dönüp, antik bir tapınağı andıran Madelein Kilisesi'ni geçelim, bir eşinin  Sultanahmet Meydanı'nı süslediği, Luksar tapınağından çıkma Dikilitaş'lı Concord Meydanı'na gelelim. Paris'in bu en büyük meydanı, ünlü kraliçe Marie Antuanet'in giyotinle idamına sahne olmuştu.


Biz Rivoli Caddesi'nin kıyısından, Ahmet Hamdi Tanpınar'a Paris için 'Sana gelmekte geç kaldım' dedirten güzel parklarından birinin içinden geçip, Louvre Müzesi'ne girelim.


En sevdiğim Fransız  filmlerinden 'Köprü Üstü Aşıkları'nı düşünerek, Paris'in birbirinden güzel köprülerinden (Pont) Neuf'ten geçip, Notre Dame katedraline varalım. Bugün gitseydik eğer,  gezemeyeceğimiz (2019'daki yangından sonra 2024'te açılacağı duyuruldu) katedrali gezip, arka bahçesinde, nehrin kıyısında köprü altından gelen saksafon sesinin yankılarını dinleyip, Mihri Hanım'a dönelim.


Yıl 1913 olur, dokuz yıllık evlidirler. Mihri Müşfik,  Paris'teyken bir toplantıda  yetkili bir isimden İstanbul'da çalışması için teklif alır. Kızlar için Güzel Sanatlar Okulu olan İnas Sanayi Nefise'nin kurulmasına katılmak. Okulun hem  kurucularından hem de öğretmenlerinden ve müdürlerinden olur. Bunlar hep bir kadın için ülkesinde ilklerdir. Okul, Beyazıt'ta şimdi yerinde İ.Ü. Fen Fakültesi'nin olduğu (Konak 1942'de yıkılmış) yerdeki Zeynep Hanım Konağı'nın bir katında, çıplak modeller bile kullanarak eğitim vermeye başlar. 


İşte burada, yani Zeynep Hanım Konağı'nda iki kadınımızın kendileri değil ama,  isimleri çakışıyor.  Biz de, zamanda biraz geriye gidip, Kahire'ye doğru yol alıyoruz.


Kahire'de Kavalalı Mehmet Ali Paşa'nın en küçük kızı Zeynep'ten bahsedelim biraz. Onun adını,  Üsküdar'daki  Zeynep Kamil Hastanesi derken hep anarız da, hikayesini belki de pek bilmeyiz.


Osmanlının Mısır'a görevli gönderdiği Yusuf Kamil, kısa zamanda Kavalalı'nın gözüne girer, kızı Zeynep'le de birbirlerine yakıştırır ve gençleri evlendirir. Ancak, damadı, basit memur diye hor gören saraydaki ahali, Mehmet Ali Paşa öldükten sonra, çifti ayrılmaya zorlar.


İkisi de ayrılmayınca damadı Assuan'a sürgüne gönderirler. Ancak, bir şekilde İstanbul olayı haber alınca , Yusuf Kamil İstanbul'a getirtilir. Baskı, Zeynep Hanımın üzerinde sürer, boşanmayı kabul edip, hacca gitmek istediğini söyler. Ve o da soluğu İstanbul'da alır.


Çift tekrar nikahlanır, baharda Yakacık'taki köşkte, yazları Boğaz'daki yalıda, kışları da Beyazıt'taki muhteşem konaklarında mutlu mesut yaşamaya başlarlar.


Zeynep Hanım'ı da konağa getirdik,  ama  biz bir yol Kahire'yi de şöyle bir turlayalım mı?


Bir gemi yolculuğuyla gitmiştim Mısır'a. İskenderiye Limanı'na demirlediğimizde güneş yeni doğuyordu. Afrika kıtasını ilk kez görmenin heyecanı ile lombozdan bakıp duruyordum. Kahvaltıdan sonra,  limandan  otobüslere gidinceye kadar burnuma gelen bin bir çeşit yemek kokusunun, sabah sabah çekilecek cinsten olmadığını hatırlıyorum.


İskenderiye'yi şöyle bir turlayıp, Kahire'ye piramitlere yönelmiştik. Fotoğraflarda görüp, hep çölün ortasında diye düşündüğüm piramitlerin, bir yanından şehirle neredeyse birleştiğini görmek hayal kırıklığı yaratmıştı.


Şehrin yüksekçe bir mevkisinde Kavalalı Mehmet Ali Paşa Camisi'ni gezmiş, ama Zeynep Kamil Hanım'ın da doğduğu, caminin yakınındaki Cevher Sarayı'nı görmeden, lüks bir otelde deve etli, bol rakkaseli bir akşam yemeğinden sonra gemiye dönmüştük.


Zeynep ve Yusuf Kamil Paşa çiftinin ne yazık ki çocukları olmaz. Onlar da zenginliklerini hayır işlerine adayıp, Nuh Kuyusu'nda büyük bir  arazi alır, yüz yataklı bir hastane, cami ve türbelerini yaptırırlar. Bu arada bir çok da manevi evlat edinmeyi ihmal etmezler. Yusuf Kamil Paşa'dan beş yıl sonra 1886'da Zeynep Hanım da vefat eder. Aynı yıl Kadıköy'de bir konakta Mihri Hanım doğar.


Mihri Müşfik çok başarılı bir portre ressamı olur.  Yaşadığı çağın kadınlarından farklı, cesur, özgür ve öncü kadınlarımızdandır. Atatürk'ün mareşal üniformasıyla üç buçuk metre yüksekliğinde bir portresini yapmış, tablo bir elçiliğe hediye edilmiştir. 


Ama ne yazık ki Mihri Müşfik,  evlilikte mutluluğu bulamamış, boşandıktan sonra tekrar Paris'e, oradan da Amerika'ya gitmiş, çalışmalarını  New York"ta sürdürmüş, 1954'de orada hayata veda etmiştir.


Yok yok, New York'u turlamayacağız, Mihri Hanım'ın aynı zamanda ünlü ressamlarımızdan Hale Asaf'ın teyzesi olduğunu yazdıktan sonra dönüyoruz,  İstanbul son durak :)

Yorumlar