KAŞ GÜNLÜKLERİ (7) Kaşlı Yazın Çıkar Gömbe'ye



KAŞ GÜNLÜKLERİ (7) : KAŞLI YAZIN ÇIKAR GÖMBE'YE

Bizler büyük şehirlerden koştura koştura denize girmeye gideriz ya  güneyin sıcak yörelerine, oraların yerlileri de yaylalara çıkar serinlemeye.

 Kaş'ın cuma pazarında hep gözüme çarpardı, elma Gömbe'den, ceviz Gömbe'den, ya da salatalık Gömbe'den yazıları. Bu yıl Kaş'a gittiğimizde Fatih'e ''annenler nerede, yoklar?'' diye sorduğumuzda da , aldığımız cevap ''Gömbe'deler''di.  Gömbe, Kaş'lıların yaylası, havalar sıcak oldu mu, Gaş'lılar yaylaya, Gömbe'ye.

Dağları, yaylaları zaten severiz, şu Gömbe'yi bir de biz görelim bakalım, dedik. 30 yıldır Kaş'a müdavim İstanbullu bir arkadaşımız ''ben de gelirim'' deyince, ki kendisi daha önce defalarca gitmiş, ertesi gün düştük yollara. 

Kaş'tan Elmalı istikametine doğru giderken, 70 km.sonra varılıyor Gömbe'ye. Çok keyifli bir yol, çam, ardıç ve sedir ormanlarından geçiliyor. Bir bakıyorsunuz bir sincap yolun karşısına geçiyor. Bir bakıyorsunuz yolun kenarında buz gibi su akan bir çeşme var. Ya da bir bakıyorsunuz 1380 metre rakımda futbol sahası gibi bir düzlük, dört tarafında tribünler gibi küçük tepeler. Sonra sedir ağaçları başlıyor, görüntüleri mavi yeşil, basamaklı piramitler gibi.

Sedir ormanlarının olduğu bölge yol boyunca dikenli tellerle sarılmış. Lübnan'ın bayrağının simgesi olan sedir ağacı, Lübnan'da bitmiş, bari Anadolu'dakiler kurtulsun diye, Avrupa Birliği maddi destekte bulunuyormuş. 

Sedir ağacı dayanıklı, hoş kokulu bir ağaç. Tarih, Fenikelilerin Akdeniz'deki başarılarını, ticari kafalarının yanı sıra, sedir ağacından yaptıkları gemilere borçlu olduklarını yazar. Fenikeliler bu ağacın ticaretini de yaparlarmış, en büyük müşterileri de Mısırlılarmış. Çünkü sedir ağacının katranını mumyalama işinde kullanırlarmış.

Derken bir kavşağa geliyoruz. Sol taraf Kalkan'a, sağa devam edince 30 km. sonra Elmalı'ya gidiyor. Elmalı'yı Cumhuriyet Gazetesi'nde Özgen Acar'ın, tarlada bulunup   yurt dışına kaçırılan  ''Elmalı Hazinesi'' yazılarından tanıyorum. Bilmediğim bir şey varmış ama, o da Elmalı'nın Osmanlı sivil mimarisi evleri. Bir dahaki gezi kapsamına alınmak üzere bekleyecek onlar. 

Tam o kavşakta su bile tutamamış acayip bir baraj, bir buçuk saattir geldiğimiz görsel şöleni bıçak gibi kesiyor. Barajın üzerinden geçip, Gömbe'ye giriyoruz.

2500-3000 metrelerdeki Karadeniz yaylalarında başlayan betonlaşmaya tanık olmuş bir kişi olarak, klasik bir yayla beklemiyordum tabii ki ama, Gömbe tam bir kasaba. Evet, yemyeşil ve serin. Ama camisi, meydanı, büyük bir çarşısı, pansiyonları, oteli, marketleri, terzisi, lokantaları, berberleri, kasapları, fırınları, pastaneleri hatta örücüsü olan bir kasaba. Hatta daha fazlası. Çünkü turizm buraya da ulaşmış, yayla ve trekking turizmine hizmet veriliyor. Özellikle yabancılar Akdağ'daki Yeşilgöl, Uçansu ve başka yaylalara yaptıkları yürüyüşlere genellikle Gömbe'den başlıyor.


Her taraf elma bahçeleriyle dolu, ağaçların dalları yerlere eğiliyor. Her yerden su sesi geliyor. Öylesine sulak ve bereketli bir yerleşim. Caminin karşısındaki meydanda Çörekçi Lokantasında köftelerimizi ısmarlıyoruz. Aslında Gömbe'nin kebabı, daha doğrusu keçi tandırı meşhurmuş, ama sezon bittiğinden kapatmış olan, dere kenarındaki ''Durum Restoran''da o keyfi yapamıyoruz. Çarşı içinde, gerçekten de lezzetli keçi etinden köftelerimizle karnımızı doyuruyoruz.

Köfteler gelinceye kadar sokak aralarına bir dalayım diyorum. Daha iki adım atmadan boş gibi gözüken eski bir evin kapısının hatılını antik bir parçanın süslediğini görüyorum. Likya topraklarındayım, buralarda tarih her an her yerde insanın karşına çıkıyor. Kaş'ta bahçesinde kaya mezar olan evler var. 

Gömbe'nin adının etimolojisinde Komba var. Komba, antik dönemde Artemis Tapınağı da olan, Likya bölgesinin şehirlerinden biriymiş. Gömbe'nin bana sürprizleri bitmemiş henüz. Yemek yerken gözüme az ilerideki parkta, Atatürk heykelinin yanında bir kaya kütlesi çarpıyor. Yemekten sonra yanına gittiğimde, üzerinde bir kaplan, belki de bir Anadolu parsı kabartması görüyorum.

Gömbe'ye bizim gibi gezi amaçlı gelenlerin asıl hedefi Yeşilgöl ve Uçansu tabii ki. Dağdan yukarı arabayla tırmanmaya başlıyoruz. Yol kötü değil, ama belli bir yerden sonra arazi araçları için daha uygun. Arabayı bırakıp yürümeye başlıyoruz. 

Araba yolunun derin ve yatay bir ''U'' yaptığı yeri yürümeyip, kestirme olması için dereye inip yamacı yürüyerek çıkalım diyoruz ama, tırmandığımız şev yumuşak ve kaygan toprak olduğu için epeyce bir zorlanıyoruz. Dönüşte araba yolunu takip etmeye karar veriyoruz. Gidiş dönüş bir saate yakın süren yürüyüşümüz esnasında, sadece 4 yabancıyla karşılaşıyoruz.

Yeşilgöl adını renginden alan, küçük bir su birikimi (50 dönüm). Belki bir buzul gölü. Güney tarafındaki tepenin arkasında, patika yoluyla ulaşılan Uçansu var. Uçansu'ya Yeşilgöl tabelasından sonra, yola düz devam edilerek de varılıyor. Su gerçekten de taşların arasından patlayarak, bir şelale gibi yüzlerce metre aşağıdaki ovaya akıyor. 

Yakınında bir dilek ağacı var. Aleviler için anlamlı bir yer, her yıl şenlikler yapılıyor. Su mayıs ayından kasım ayına Gömbe tarafına, kasım ayından mayıs ayına kadar da Fethiye tarafına akıyor. Fiziksel açıklaması olan bu doğa olayının, halk arasında, yakınlardaki Tekke köyünde türbesi olan Abdal Musa isimli bir dervişe maledilen mistik öyküleri var.

Bey Dağları'nın bir kolu olan çıplaklığından olsa gerek ak görünümlü Akdağ'ın eteklerindeki Gömbe'ye berrak ve temiz havası, yemyeşil doğası, elması, cevizi, sularının sesi, eski değirmenlerinden geriye kalanları, başını kaldırdığında yüksek dağları, geriye bir şey kalmamışsa da Komba'nın kırıntılarını görmek için gidilir. Zirvelere doğru Yeşilgöl, Uçansu yollarında yürünür, doğayla içi içe olunur, yükseklerde derin nefesler alınır, topraktan fışkıran lila renkli çiçekler seyredilir, inançlar şekillenir, doğayla dolunur, Anadolu'nun bir zenginliği daha yaşanır.

Ekim 2012

Yorumlar