KAŞ GÜNLÜKLERİ (10) : HATÇANA

         


Hatçana, ilk kez duyduğum yöresel bir isim. Aslında Hatice, ama Hatçana derlermiş ona. Gözleri mavi, boynundaki boncuğu gibi. Yaşı sadece yirmi, nışanlı. Yıl 1952, Kaş'ın bir köyünden.


Bir çok genç kız gibi, o da çobanlık yapıyor. Ekin zamanı. Çok da uzak olmayan bir tarlada, nışanlısı buğdayları deveye yüklüyor. Hatçana, ağzı açık kuyudan su almak için eğiliyor. Yanındaki hayvan tepince kuyuya yuvarlanıyor. Bağırış çağırışlarını nışanlısı duyuyor da, utandığından yanına varamadığını söylüyor, anlatanlar.


Bana anlatan da daha doğmamış o zaman. O kuyunun yanından geçerken, ona anlatılanı, o da bana  anlatıyor.  Dalgıç gelmiş, diyor. Ağaca asmışlar halamı, belki sular boşalır, hayata döner diye. 


Babaannem, dedem üstlerini başlarını parçalamış, yıllarca bağırmış babaannem, doksan iki yaşına kadar, diye anlatırken, şimdi üzerine beton kapak yapılan kuyunun yanından uzaklaşıyoruz.


Tepelerin arasında çok güzel bir düzlük kuyunun da olduğu bu mevki. Kışın yemyeşil, yazın sapsarı. Tepelerinde Likyalıların izleri var. Ya  semerdamları devrilmiş, ya bir yerinden delinmiş lahit mezarlar.


Antik dönemin Sebeda'sı buralar. Likya'nın küçük çiftlik yerleşimleri. Zeytinyağı işlikleri var bazı yerlerde. Denize  Limanağzı'na yakın yerde kaya mezarları. Tepelere doğru rastlanan lahit mezarlar.


Gelibolu diyor Kaşlılar bu mevkiye. Merak ettim, ama öğrenemedim, neden Gelibolu? 


En doğu ucundan girdik düzlüğe. Yıkık dökük bir taş ev, hemen yanında bir lahit. İki keçi otlamayı bırakıp bize bakıyor. Toprak bir traktör yolu, Bulgarın Yurdu'na kadar gidiyor. Zaten yolu açan da o. Yol arkadaşımın kayınbabası.


Bu gış Gaş, daha neler anlatacak bana bakalım.

Yorumlar