PRİŞTİNE'DEN ÇORLU'YA SEVGİNİN GETİRDİĞİ ŞİŞE


 Mikado... Evet, Japon imparatorlarına verilen san. Evet, çubuklarla oynanan bir oyun. Ve, bir de bir zamanların ünlü bir Fransız markasının ürettiği parfümün adı. Paris'te, Marie Antoinette'in parfümcü başının devamındaki Gelles Kardeşler'in, yurtdışına da ihraç ettiği, ödüller kazanmış, Osmanlı topraklarındaki kadınları da süsleyen, lavanta kokulu bir Fransız parfümü.


Mikado'nun ve tabii ki kullandığında etrafına lavanta kokuları yayan Güllü'nün hikayesini öğrenmem, onun torunu olan üniversite arkadaşım aracılığıyla oluyor. Eskiyi çok eşelerim ya, Kosova göçmeni olduklarını öğrendiğimde, ''Yok mu anneanneden kalan bir şeyler?'' diye sormuştum.


Hazırlanın, şimdi eski bir sandıktan çıkan bir parfüm şişesinin peşinden, taaa Kosova'ya, Kosova'nın Priştine şehrinin Yanova kasabasına yolcu olacağız. 


Günümüzde i %93'ü etnik olarak Arnavut olan Kosova'nın, büyük şehirlerinden Priştina'ya yirmi kilometre uzaklıkta, yamacından bir dere akan, etrafı dağlarla çevrili, zamanının parlak kasabalarından Yanova'dayız. Öyle ki,  oraların Paris'i dermiş,  göçüp gelenler.


Osmanlı'nın o topraklardaki son demleri, Balkan ülkeleri ayrılırken Osmanlı'dan olabildiğince toprak kopartma peşinde. 1900'lerin en başları. Sipahi sistemi sonlandırılmış olsa da, Yanova'da  Mahmut Ağa oranın idarecisi pozisyonunda. 1912 Balkan Savaşı'nın  eli kulağında.


Ataları çok daha önce, Kafkasya'dan bu topraklara göçmüş olan Mahmut Ağa, arkadaşımın büyük dedesi. İki eşli olan ağanın oldukça kalabalık bir ailesi var. Kızlarından biri evli,  diğer kızı Güllü, yani arkadaşımın anneannesi ise, nışanlı.


Yanova Türkleri arasında akraba evliliği yapılmıyor, üstelik yedi göbek akrabalık olup olmadığına da dikkat ediliyor. Genellikle komşular arasında yapılan evliliklerde uyulan, süre gelen  gelenekler  var elbette. 


Yanovalılar'ın  geleneklerine göre, bir perşembe günü, erkek tarafından iki erkek görücü, ki bunlara misit denirmiş, iki hafta önceden haber saldıkları kız evine gider, Allah'ın emri peygamberin kavliyle kızı isterlermiş. Kız tarafı olumlu ise, pazar günü tekrar uğramalarını söyler, olumlu bakmıyor ise, nasip kısmet der, ama pazar günü uğramalarını söylemeyerek, durumu anlatmış olurlarmış.


Pazar günü tekrar gelen misitlere, ''Tire'' denilen işlemeli, nakışlı  bir havlu verilir, onlar da kız babasına sözü kutlar ve erkek evine dönerlermiş. İki hafta sonra, damadın babası, yakın erkek akrabalarıyla sözü kutlamak için kız evine gider, kıza, ekonomik  durumlarına göre uygun hediyeler götürür ve böylece söz kesilmiş olurmuş. 


Geleneklere göre, söz kesildikten bir kaç hafta sonra, misitler yani görücüler, tekrar kız evine giderek vadeyi keser yani düğün tarihini belirlerlermiş. Düğün tarihinin belli olmasından sonra  Yanova tabiriyle ''nışanlar değişir'' yani bizim deyişimizle nışan bohçaları birbirine verilirmiş. 


Damat tarafı geline üç, beş veya  yedi kat (Genelde giysi olan bu sayı önemli, çift sayı olursa geline uğursuzluk getireceğine inanılırmış) eşya ile, eğer, sözde ''yüzük değişmemişse''  yüzük de gönderir, kız tarafı da damada ve evdekilere çeşitli hediyeler gönderirmiş. Mikado parfüm şişemizin öyküsü, belki bu gelenekle Güllü'ye gelen nışan hediyelerinin arasında başlar.


Osmanlı'nın hem çok zayıf olduğu, hem de bir kaç cephede savaşmak zorunda bırakıldığı bir dönemdir bu zamanlar. Mahmut Ağa, bir oğlunu ve müstakbel damadı Güllü'nün nışanlısını Çanakkale'ye, savaşa gönderir. Ne yazık ki gidenlerden bir daha haber alınmaz. Balkanlar iyice kızışmakta, Sırplar, Bulgarlar köyleri, kasabaları basıp, mala cana saldırıp, Müslüman halka yaşam hakkı vermemektedir. 


Balkan Müslümanları tek tek, ya da kafileler halinde her şeylerini bırakıp bir gecede yollara düşmek zorunda kalmaktadırlar.. Mahmut Ağa da ailesiyle göç yollarına düşenlerdendir. Hemen herşeylerini geride bırakırlar, ama Güllü bir şeyi bırakmaz. Gidip, dönmeyen nışanlının armağanı parfümünü. Kağnı arabalarıyla başlayan yolculuk, gemiyle devam eder. Yolun sonu İstanbul'a ulaşır.


Güllü'nün bütün vücudunda çıbanlar, yaralar çıkar.  Mahmut Ağa ailesini Avcılar'da bir çiftlik alıp yerleştirdikten sonra, kendisi mücadeleye devam etmek için Kosova'ya döner. Ancak akıbeti oğlu ve müstakbel damadı gibi olmaz, yaralanarak geri döner. Avcılar'daki çiftlikte hayat devam ederken, Mahmut Ağa'nın iki eşinden, Güllü'nün annesi Abide, bir hayvanın karnını deşmesi sonucu hayatını kaybeder. 


Güllü yirmi iki yaşlarına gelmiş,  vücudunda ve  çeşitli yerlerinde çıkan yaralar bir türlü iyileşmemiştir. Baba, kızının hastalığına çare bulmak için onunla hastane hastane dolaşırken, bir gün tramvayda bir adamla karşılaşırlar. Adam Mahmut Ağa'ya, ''Ben kızınızın iyileşmesini sağlayabilirim, ama bir şartım var'' der. ''Onu, bana verirsen'' Ağa, kabul eder. Güllü'ye bir şey sorulmaz bile.


Güllü, Beyoğlu'nda bir madama götürülür ve sonuçta gerçekten de iyileşir. Adam altmış yaşında bir dul, Güllü yirmi iki yaşında taze bir genç kız. Evlenirler.  Adamın Karagümrük'teki evinde oturmaya başlarlar. Adamın yetişkin çocukları vardır. Karagümrük'te iki üç ay oturduktan sonra, Yakuplu'da bir çiftlik alıp oraya yerleşirler. Biri kız ikisi erkek üç de çocukları olur. Erkeklerden biri  erken ölür. Nebiye, yani kız evlatları, bana bu yaşanmışlıkları anlatan arkadaşımın annesi olacaktır. 


Üvey oğulların tahsillerini yapıp iyi birer meslek sahibi olanları varsa da, baba mallarına  göz dikip, satmasını isteyen ekabir olanları da vardır. Çiftliği sattırırlar. Adam, bu kez bir çiftlik kiralar ve oraya yerleşirler. Yanova'dayken, otuz çalışanı olan bir çiftliğin kızı ise de, çiftlik  hayatını bildiğinden, çiftlikte işler o iyi gider. Ancak, Güllü'nün kaderi hala engebeli yollardadır. Tramvay yolunda karşılaştığı hayat arkadaşı felç olur, dört beş yıl sonra da hayatını kaybeder.  Eşinin ölümünden sonra Güllü, kiralık olan  çiftliği bırakıp, çocuklarıyla, Yakuplu köyünde bir eve yerleşir.


Aradan iki sene geçmiş, geçim sıkıntısı kapıya dayanmıştır. Evini badana ettirdiği, köyden genç birisi ona yardım etmek ister. ''Teyze, Gürpınar'da  bir imam var. O da Selanik'ten göçmüş gelmiş, o da eşini kaybetmiş, birbirinize destek olursunuz.'' der. Ve eski Selanikli'yle, eski Priştine'linin yolları kesişir.


Selanikli, imamdır ama, hayvancılığı, ziraatçiliği bilen aynı zamanda kültürlü de bir insandır. Güllü'nün çocuklarını da  kendi çocukları gibi sever, öyle ki, doksan yaşına kadar yaşayan bu dedeyi, ileriki yıllarda, Güllü'nün torunu arkadaşım bile tanıyıp sever. Hepsi çok çalışkandırlar.  Güllü kendini Gürpınar'da köylüye sevdirir. Çiftlik gayet iyi işlemektedir. 


II. Dünya Savaşı yıllarında Çatalca ve çevresi, ki, bu çevreye çiftliğin olduğu Gürpınar da dahildir; savaşa girmemiş olmamıza rağmen, ihtiyaten Türk Ordusu'nun konuşlandığı bir bölgedir. Güllü askerlere elinden gelen yardımı yapar. Yedirip içirip, çamaşırlarını  bile yıkadığı olur. Köylüler Güllü'yü sevdikleri kadar sayarlar da.


Güllü'nün kızı yani arkadaşımın annesi Nebiye, ilkokulu başarıyla bitirir; öğretmeni, yatılı okula gönderilip, öğretmen olması için ailesiyle görüşür. Ancak, ne yazık ki, onun daha fazla okumasına izin çıkmaz.


Gürpınar'da çiftlik hayatı devam ederken, Nebiye Eyüp'e, çok kalabalık bir aile olarak teyzesinin yaşadığı, ahşap büyük konağa gelir. Öğretmen Okulu'na gitmez ama, bir kaç yıl sonra görücü usulü ile Eyüplü bir komşu çocuğuyla evlenir. Damadın ailesi de Priştine'den gelmiş, Kosovalı göçmeni bir ailedir. Bir farkla ki, Nebiye'nin  ataları Kafkaslar'dan, damadın  ataları  ise Bursa'dan Priştine'ye göç etmişlerdir.


Yine yıllar yılları kovalar. Güllü de hayata veda eder. Selanikli eş, onun sandığını kızı Nebiye'ye gönderir. Sandığın içinde bir kaç öteberinin, eski bir makyaj malzemesi olan 'düzgün'ün yanında, kapağı yuvarlak küre şeklinde olan, küçücük bir parfüm şişesi vardır. Lavanta kokulu Mikado.


Not: Eski Yanova gelenekleri için, Dr. Enis Kervan'ın ''Her Yönüyle Yanova Türkleri'' kitabından faydalanılmıştır.

Yorumlar