BURSA'DA LAKLAKAN

 

Gecenin serinliğinde geniş bir nehir  ay ışığında akıyor. Dicle'nin kıyısında, üzgün ve hasta bir anneyle, henüz beş altı yaşlarında bir çocuk, nehir boyunca yürüyor. Evde Osmanlı memuru, asabi bir baba var, yer Bağdat. Sonra anne ölüyor, aileden kalanlar İstanbul'a geliyor, çocuk Galatasaray'a yatılı yazdırılıyor. 


O çocuk, ne anneyi, ne de ay ışığındaki yürüyüşleri hiç unutmuyor, şiirlerine nakşediyor. Dallarda kanlı bülbüller, sulardaki kamışlar, şiirlerinde hep doğadan alıyor ilhamını, onları ve hislerini yazıyor.  I. Dünya Savaşı'na katılmasına rağmen, ne şiir ne nesirlerinde savaştan hiç bahsetmiyor.


''Vapur Kadıköy'e yaklaşınca, evime gelmiş, terliklerimi giymiş gibi hissederim'' diyen bu şair, hep Kadıköylü oluyor, son nefesini de, Bahariye Caddesi 72 numaradaki evinde veriyor.


Ahmet Haşim'den bahsediyorum. Ama şiirleriyle değil de Gurabahane i Laklakan adlı seyahat yazısının peşinde, Bursa yolcusuyuz. O, önce vapur, sonra tırtıl yavaşlığında bir trenle, biz  satırlarda hızlıca, Bursa'ya  gidiyoruz.


Guraba düşkün, hane de ev demek olduğuna göre gurabahane, düşkünler evi oluyor. Peki ya 'laklakan'? O da, leylek değil ama leyleğin sesiyle bağlantılı. Aslında günümüzde kullandığımız 'laklak etmek' gibi, yani biraz da çene çalmak :) 


Gökdere'nin yamacında bir konak, çiniler, bülbül sesleri, Bursa'daki Fransızlar, Greguar Bay (Baille), ipekçilik, fabrika kızları, kocası borç içinde ölünce evini otele çeviren Madam Brotte, Kolsuz Faik, , çocuk parkı olan mezarlıklar, tütün deposu olan kiliseler daha neler neler var bu yazıda. Önce Haşim'le varalım bir Yeşil'e, sonra geçelim Greguar'ın evine.


Gurabahane i Laklakan'da Ahmet Haşim, bir tatilde Bursa'ya gittiğinden, o dönemde edebiyatta mimari eserlerin pek gündemde olduğundan dem vurarak, Yeşil Cami ve türbeyi ziyaretinden bahseder. Camideki görevli ona, çinilerle ilgili daha derin bilgi isterseniz, Greguar Bay'ı  bulun, der.


Bursa'ya hiç gittiniz mi bilmem. Şehrin merkezinde, Gökdere'nin üzerinde diğerlerinden farklı bir köprü vardır. Dükkanların sıralandığı kapalı bir köprüdür Irgandı. Benzerleri olan, Floransa'daki Ponte Vecchio, Venedik'teki Rialto, Lofça'daki Osma köprüleri gibi.


Greguar Bay'dan randevu alır ve Irgandı Köprüsü'ne çok yakın olan, bahçesinde selviler, bülbül sesleri, derenin çağıltısının duyulduğu evine konuk olur. Ev sahibi, emeklilik dönemini yaşayan eski bir konsolostur aynı zamanda. Konak, bir dönem hem konsolosluk binası, hem de konsolosun ikametgahı olarak kullanılan kiralık bir konaktır.


19. yüzyılın başlarında Avrupa'da ipek böceklerinde baş gösteren bir hastalık sonucu, özellikle Fransa'nın güneyinde ipekçilik yapanlar, doğudan koza temin etme yoluna giderler. Bursa o yıllardan itibaren Fransız ipekçilerinin ilgi odağı olur, gelip yerleşenler de olmaya başlar. Gelen tüccarlar, önceleri Bursa'da bu işle uğraşan, daha çok Rum ve Ermeni olan tüccarlarla ortaklık yapar, zamanla da kendi fabrikalarını kurarlar. Fabrikalar arttıkça işçi ihtiyacı arttığından, gayrimüslümlerin kadınlarını da çalışmaya yönlendirmek isteyen Fransızlar, önce tepkiyle karşılaşırlar. Ama batı zekası ona da çözüm bulur, fabrikaları piskoposa takdis ettirince, kadınların çalışmasına engel kalmaz.


Babası, Ermeni ipek tüccarlardan biri olan Greguar Bay, Bursa'da doğar. On altı yaşlarında iken, şirketi temsilen babası tarafından Fransa'ya gönderilir. Bursa'daki Fransız ipek tüccarlarından birinin kızıyla evlenen Bay, orada gazetecilik de yapar. Döndükten sonra, İstanbul'da konsoloslukta çalışır, Fransız vatandaşlığına geçer. Bursa'ya döndüğünde, ticaretle ilgilenmeyip, konsolos yardımcılığı ve konsolosluk yapan, beş dili konuşabilen Bay, 1911'de emekli olur, 1914'te de vefat eder. Ahmet Haşim'in ziyareti büyük ihtimalle bu emeklilik dönemine rastlıyor olacak ki, yazısında Bay'ın konsolosluğundan hiç bahsetmez.


Bay'ın bahçesinin bir tarafında, birkaç odalı küçük bir pavyon vardır. Duvarlarında Yeşil Cami'nin çinilerine benzeyen çiniler,  göz alıcı mavisiyle parlamaktadır. Bir kısmının üzerinde güzel hatlar olan çinilerden bakır işlemelere,  oymalı beşiklerden  gümüş aynalara, güğümlerden kilimlere, hatta eski bir konaktan çıkma ahşap oymalı bir tavana kadar, tam bir antikacı dükkanı gibidir bu pavyonun odaları.


Bursa'da, 1855 yılında olan çok büyük bir depremde, Yeşil Cami ve türbe oldukça büyük hasar görmüş. O dönem Bursa valisi olan Ahmet Vefik Paşa, Fransa'dan bir mimar getirterek camiyi ve türbeyi restore ettirirken, eksik çiniler,  Kütahya'daki çini fabrikasından temin edilmiş. Greguar Bay da, pavyonundaki çinileri, Kütahya'daki fabrikada yaptırdığını söyler.


Bahçenin bir köşesinde kanadı kırık bir iki leylek vardır. Greguar Bay onların, Haffaflar (ayakkabıcılar) Çarşısı Meydanı'ndaki hasta leyleklerden birkaçı olduğunu; oradaki leyleklere, esnafın para toplayıp,  yaşlı bir adamı bu leylekleri beslemekle görevlendirdiklerini söyler. Kendisini de, bahçesindeki bu hasta leyleklere benzetip, burada ölmeyi beklediğini ekler. Haşim, bu evi anlatan yazısına Gurabahane i Laklakan adını verince, emekli  konsolos ve evi, leylekleriyle edebiyat literatürümüze girer.


Ahmet Haşim'in yazıya döktüğü bu mekanın görsellerini, Albert Kahn isimli bir Fransız bankerin fotoğraf merakı sayesinde, bugün görebiliyoruz. Albert Kahn, bir dünya seyahatine çıkar ve Lumier Kardeşlerin yeni icadı olan renkli otokrom fotoğraflarla gezdiği yerleri fotoğraflar. 


Fransa'ya döndüğünde kafasında bir 'Gezegen Arşivi Projesi' kurar. Görevlendirdiği elli fotoğrafçıyı dünyanın çeşitli ülkelerine gönderir. Yirmi iki yıl süren bu projede, yetmiş iki bin kare renkli fotoğraf ve yüzlerce saatlik film çekilir.  1912 - 1929 yılları arasında uğradıkları şehirler arasında Bursa da vardır. Ve tabi Greguar Bay'ın orijinal pavyonu da. Ayrıca, Ankara'da Mustafa Kemal'in ilk renkli fotoğraflarını  da bu fotoğrafçılara borçluyuz.


Greguar Bay'ın ölümünde sonra neler olur? I.Dünya Savaşı başlar, konsolosluklar kapatılır, konağın kirası ödenmez, tahliye edilir, satılır. Bir süre tütün deposu olarak kullanılır. Aradan yıllar geçer, Bursa'da tütün işi çoktan biter de, 90'larda  ipekçilik işi de biter. ''!990'ın haziran ayında kozacılık bitti. Önce yaşlı dut ağaçları yakmak için kesilmeye başlandı, sonra daha genç olanlar da kesildi'' der, Bursalı bir ipek karasevdalısı. 


Geçtiğimiz yıllarda konsolosluk binasının ne olduğunu merak eden tarih meraklısı birkaç Bursalı, konağın olduğunu tahmin ettikleri bölgede araştırmaya giderler. Çoktan betona dönüşmüş olan Bursa sokaklarındaki evler arasında, haliyle eski konsolosluk binası da apartmana dönüşmüştür tabii ki. Ancak bir ipucu kalmıştır eski konaktan. Greguar Bay'ın pavyonundaki çiniler, binanın dış cephesinde, zemin kattaki pencerelerin aralarına, apartman kapısının üzerine, özensiz bir şekilde monte edilmiş olarak karşılarına çıkar. Yeşil Cami'nin çinilerinin, taklidi bile olsa yaklaşık yüz yirmi yıllık çinilerin hikayesi böyle.


Biz yine Bursa'nın ipekli yıllarına bir daha dönelim. 


İpek ustası olan babasıyla Fransa'dan Bursa'ya gelenlerden biri Marie adında bir kızdır. Zengin ipek tüccarından August Brotte ile evlenir, iki de oğulları olur. Ancak Mösyö Brotte, geride oldukça yüklü borç bırakarak, hayata biraz erken veda eder. Marie Brotte eşinden kalan iki ipek fabrikasını satıp, kocasının tüm borçlarını öder, ama geçinmek ve iki çocuğunu büyütmek için de para gerekmektedir. 


Altıparmak'taki, büyük bir bahçesi olan iki katlı, ahşap evini 1882 yılında otele çevirir. Yemekleri, şarapları, temiz odaları ve servisiyle Madam Brotte'un  Anatolie Otel'i Bursa'nın en tercih edilen oteli olarak, dönemin ünlülerinin Bursa'da kaldıkları otel olur. Cumhuriyet döneminde de faaliyetlerini sürdüren oteli, Fransa'da ölmek isteyen madam giderken satar. Bir süre otel olarak işletilmeye devam edilse de, günümüzde yerinde ne olduğunu yazmama gerek yok sanırım.


Bir başka ipek tüccarının yaşamına da bir dokunalım mı? Bu kez tüccarımız bir Türk. Daha lise son sınıftayken Çanakkale cephesine katılıp, Birinci Dünya Savaşı sürerken Galiçya Cephesi'nde çarpışan askerlerimizden Yozgat doğumlu  Faik Bey, bu cephede iki kolunu da kaybeder. Yurda dönüşte yapabileceği fazla bir iş yoktur ama, azimlidir. Bursa'ya gelir, birkaç başka iş denedikten sonra ipek işine girer. Önce hükümetin satışa çıkardığı bir fabrikayı satın alır. İşleri iyi gider. O yıllarda ipekçiliğin geliştiği bölge Muradiye tarafıdır. Fransa'dan gelen ilk tüccarlardan olan Romangal ailesinin fabrikalarını da, 1950'de satın alır. 


Romangal Fabrikası da Bursa'nın kültür miraslarındandır biridir. Günümüzde Faruk Saraç Tasarım Meslek Yüksekokulu olan, Osmanlı döneminde  Fabrika i Humayun olarak ipek dokumacılığı yapılan  gösterişli yapıya gelmeden hemen önce, yokuşta yer alır. Fabrika arazisinin yol kenarındaki tuğla dolgu cepheli  binasını, Romangallar evleri olarak kullanırdı . Greguar Bay Gökdere'ye taşıttırmadan önce, bina bir dönem Fransız Konsolosluğu olarak da kullanılmıştı. 


Bir dönem böyle bir Fransız kolonisinin olduğu Bursa'da bir de Fransız mezarlığı olması gerekir elbette. Evet var, hem de çocuk sesleriyle şenlenmiş olarak, Piremir Mahallesi'nin çocuk parkında!


Kolsuz Faik, soyadı kanunu çıktığında Yılmazipek soyadını alır. Çalışanlarına karşı merhametlidir, işçileri için lojmanlar, Muradiye'de ve baba memleketi Akseki'de okullar yaptırır. Bir dönem Bursa milletvekilliği de yapan Kolsuz Faik 1968'de vefat eder. 


Ahmet Haşim'in bu denemesine Leylekler Bakımevi adını vermesi, milenyumda Bursa Belediyesi'ne bir fikir verir. Greguar Bay'ın konağının yakınında eski bir Osmanlı dönemi evini restore ederek adını da Gurabahe i Laklakan olarak lanse ederler. Selçukhatun Mahallesi'nde, 2010 yılında açılan  pembe boyalı bu  evin bir odası da hayvan bakımı için ayrılır. Ama bu bir hayvan hastanesi değildir. Her ne kadar Osmanlı cami duvarlarında kuş evleri yapmışsa da, hayvanlar için bir hastane hiçbir zaman olmamıştır. 


Bursa'dan ayrılma zamanı. Leyleklere ve bütün kuşlara hastane değil  konaklayacak sulak alan, konacak ağaç bırakacak bir ülke olmamız umuduyla.

Yorumlar