ENDÜLÜSTE BAHAR : Sevilla



Jacaranda’yı bilir misiniz? Endülüs diyarının başkenti Sevilla’da restoran, otel, emlakçı, müzik topluluğu, bar, şirket  ve daha pek çok şeyin adıdır jacaranda. Peki ama, nedir? 


Endülüs'e  Güney  Amerika’dan gelen, mor renkli çiçekler açan, geldiği topraklarda  bir de öyküsü olan bir ağaçtır jacaranda.


Öyküsü şöyle; Arjantin’in bir köyünde babasıyla yaşayan menekşe  gözlü, siyah saçlı çok güzel bir kız varmış, adı Pilar. Pilar aşık olmuş Mbrete’ye. Ama baba bu aşkı istememiş. Onlar da kaçmışlar. Nehir boyunda bir yerlerde kendilerine bir kulübe yapıp saklanmışlar. Birgün, kıskanç baba  Pilar’la sevgilisini   bulmuş. İkisini de öldürmüş, bedenlerini  toprağın üstünde kanlar içinde bırakmış. Ertesi gün tekrar geldiğinde  onları bıraktığı yerde,  kızının gözleri gibi mavi mor  çiçeklerle dolu bir ağaç varmış.


Sevilla'da, Pilar’ın gözleri gibi mavi mor çiçekler açarak, on metreye kadar büyüyen Jacaranda mimosifolia, bazı caddelerin kenarlarında, meydanların etrafında yoğun olarak var. Şehre müthiş bir güzellik katarken, dökülen çiçeklere bastığınızda ayağınız hafifçe yere yapışıyor, dikkat.


 Sevillalı çingene güzeli Carmen’in öyküsü de, kaderlerine bakılırsa Pilar’a benzer.  Hangi Carmen’i hatırlarsanız  hatırlayın, ki benim gözümde hep Carlos Saura’nın filmindeki sahnelerle canlanır Carmen, aşk ve kıskançlık, ona da ölümü tattıracaktır. Birine baba elinden, birine kıskanç aşık elinden.


Sevilla'da, nisan sonuna doğru Feria'nın kutlandığı zamanlarda bulunmanın keyfini yaşıyorum. Bütün şehir, baharı karşılamanın heyecanını Paskalya ile kutlamanın ardından, yaklaşık iki yüz yıldır bu festivalle de devam ettiriyor.  Aslında, hayvan satışlarının artması ve benzeri gibi ticari sebeplerle, o dönemin kralı tarafından başlatılmış olan hareket,  daha sonra dans ederek, yiyip içilerek geçirilen, bir hafta süren bir gelenek olarak kalmış. Bizde var mı, böyle bir eğlence? Yok!


Sabahın erken saatlerinde, ara sokaklarda tek tük gördüğüm flamenko giysili kadınların peşine takılıp, küçük birer büfe görünümlü  dükkanlardan gelen kahve kokusunun güzelliği bir yana, ayaküstü kahve içen, sanki atından yeni inmiş, kısa dar pantolonlu, bolero şapkalı erkeklerin yarattığı şaşkınlık bir yana, Sevilla sokaklarında ilerliyorum.


San Salvador Kilisesi'nin önüne geldiğimde, aralarda güncel kıyafetleriyle olan Sevillalıları görmesem, ben geçmişe mi ışınlandım diyeceğim. Atlı kadın ve erkekler, üzeri çadır brandalı, çiçeklerle süslenmiş at arabaları, sırtına gitarını asmış delikanlılar, fonda Sevillana müzik, Endülüs'ü gezmiyor, yaşıyorum. Bu tantanalı bayram, gece geç vakitlete kadar, şehrin belli bir yerinde kurulan "canesta" dedikleri çadırlarda devam ediyor. Bavyera'nın October Fest'inin sıcağı.


Şimdi şehri şöyle bir gezelim mi? Bir zamanlar Amerika kıtasındaki sömürge topraklarından getirilen tütün yapraklarının sarıldığı, Sevilla’nın Carmen’lerinin  çalıştığı sigara fabrikası, günümüzde Sevilla Üniversitesi. 


Şimdiki kral Carlos’un dedesi, kraliyet döneminin son İspanya Kralı XIII.Alphonso’nun, 1929 yılında  düzenlediği Amerika Kıtası  Fuarı’nda kalburüstü konuklarını ağırlamak için yaptırdığı görkemli otel de burada ve hala Sevilla’nın en şık ve gösterişli otellerinden Otel Alphonso olarak konuklarını ağırlıyor.


Kralın, kaybettikleri eski sömürgelerini  bir araya getirmek gibi bir düşünceyle  düzenlediği fuarda, her ülke özgün uygarlık konseptlerine göre fuar pavyonları inşa etmiş. Bu binalar da günümüzde elçilik binasından, sanat merkezine çeşitli amaçlarla kullanılıyor. Bu yapıların en görkemlisi İspanya’yı temsilen yapılmış olan Plaza de Espana . 


Meydanı çevreleyen yarım ay şeklindeki yapının alt cephelerinde, geleneksel Sevilla çinileriyle İspanya’nın tüm bölgeleri resmedilmiş. Her iki taraftaki yüksek kuleler ise Endülüs Müslümanlarını topraklarından (ve de Yahudileri) kovup, İspanya birliğini kuran Kraliçe İsabel ve Kral Ferdinand’ı temsil ediyor.  


Kristof Kolomb, ki İspanyollar ona Colon diyorlar, Amerika’ya doğru yol almadan izin ve destek için  Kraliçe İsabel’le görüştüğü Sevilla’daki Alcazar saray komleksinin girişinde de jacarandalarla karşılaşırsınız. Sarayla Sevilla Katedrali karşı karşıyadır. Katedral, Araplar (Endülüsler) zamanı aynı yerde bulunan caminin yerine yapılmış, ünlü kulesi Giralda ise  içine çan kulesini alacak şekilde genişletilen  caminin minaresiydi.


Guadalqivir  nehrinin limanını  koruma amaçlı olarak yine Araplar zamanında yapılan Beyaz Kule tarafındaki El Arenal ve Santa Cruz bölgeleri, Sevilla’nın kalbinin attığı yerlerdir. İspanya’nın en eskilerinden olan Plaza de Toros de Maestranza (arena), Teatro de la Maestranza (Tiyatro, opera ve dans gösterileri için), Beyaz Kule (Denizcilik Müzesi) El Arenal Bölgesinde yerlerini alıyor.


Santa Cruz Bölgesinde, Katedral ve Alcazar’ın arkasındaki beyaz badanalı evlerin oluşturduğu dar sokaklar, şehrin eski Yahudi mahallesi olan Barrio de Santa Cruz'dur, görmezseniz  Endülüs eksik kalır.

 

Ayuntamiento (Belediye Binası) bu bölgenin 16. yüzyıldan kalan şık binalarındandır. Aralarında Kristof Colomb, Cortes ve Cervantes’in de el yazmalarının bulunduğu seksen altı milyon sayfa el yazması ile sekiz bin haritanın saklandığı Archivo de İndias (Yerli Arşivi) da Santa Cruz’da yerini alıyor..


Flamenko dans kulüpleri de, Sevilla’nın karakteristiklerinden. Bir geceyi onlara ayırmadan dönmek yok.


Sevilla 2014'ten

Yorumlar