SURLARIN YAMACINDAKİ ZEYTİNBURNU



Kara surlarının hemen dışında, Zeytinburnu sınırları içinde kalan tarihi Eski Kozlu Mezarlığı'na gidişim, aramızdaki yaş farkına rağmen, belki de iki Boğa Burcu kadını olduğumuz için çok iyi anlaştığım, Üsküp doğumlu eski iş arkadaşımı ziyaret içindi. 2017 Yılında  hastalığını öğrendiğinde, "inşallah çok sürmez" demiş, öyle de olmuş, aynı yıl kaybetmiştik onu.


Sur dışında ama surlar boyunca uzanan Zeytinburnu'nun  bu bölgesi (Merkezefendi ve Kazlıçeşme mahalleleri) yerleşim fazla olmadığı için, on altıncı yüzyıldan bu yana, sadece  Müslümanların değil, Rum ve Ermeni cemaatlerinin de mezarlık alanlarını barındırır. 


Artık yeni gömü yapılmayan Eski Kozlu Mezarlığı'nda; anne ve babasını çok küçük yaşta, daha Üsküp'teyken kaybeden arkadaşım, onu İstanbul'da büyüten halası Ziba'yla paylaşıyor toprağını.


Ziba adıyla bir kez de, lisede değerli fizik öğretmenim Azer Elmas'ın babası Azeri vatan şairi  Almas Ildırım'ın (Elmas Yıldırım)  hayatını okurken karşılaşmıştım. Hocamın halasının adı da Ziba'ydı. Araştırdığımda, Ziba'nın Farsça kökenli, süslü, güzel anlamına gelen, güzel bir isim olduğunu da öğrenmştim.


Çoğu İstanbullu'nun yolunun hiç düşmediği Zeytinburnu, belki de sadece, İstanbul'un ilk gecekondu bölgesi olarak yer etmiştir hafızalarda. Oysa, Bizans İmparatorlarının batı seferlerinden dönüşlerinde şehre girdiği Altınkapı'ya gelmeden törenlerin yapıldığı yerler de,  Osmanlı zamanında sarayın zencilerinin 'Arap Düğünü' denilen  eğlence ve mesirelerin yapıldığı, surlardan Bakırköy'e doğru uzanan çayırların  (Çırpıcı ve Veliefendi) olduğu yerler de buralardır. 


Kudüs papazlarının (Kudüs'te eğitim görmüş, daha koyu dindar papazlar) yerleşim daha az olduğundan manastırlara çekilip, kendi tükettiklerini kendileri üretmek için  ekip biçtiği yerler de buralardır. Zaten, semtin adı olan  Zeytinburnu bile, buralarda dikilip, çok çok eskilerde kalan zeytin ağaçlarından gelmiyor mu! Sur dışındaki bu bölgenin  tenhalığının sebeplerinden  biri de, çok eskilerden beri  (fetihten sonra) vakıf arazileri oluşlarındandır, 


Eski Kozlu Mezarlığı'nın, daha önceki yıllarda merak turları yaptığım Balıklı Rum Hastanesi, Balıklı Rum Kilisesi, Surp Pırgiç Ermeni Hastanesi gibi tarihi binalara ve o cemaatların mezarlıklarına yakın olduğunu biliyorum. Bilmediğim,  mezarlığın hangi yönünde oldukları.


Ortak arkadaşımız olduğu için beraber geldiğimiz Süheyla'ya, buralarda bir Hristiyan mezarlığı olmalı diyorum. Kemaliye'deki evlerinde, unutamadığım sohbetlerimiz olan arkadaşımın babası Recep Amca'nın da Eski Kozlu Mezarlığı'nda (aynı bölgede bir de Yeni Kozlu Mezarlığı var) yatması sebebiyle, giriş çıkışlarını gayet iyi bilen arkadaşım, "şu taraflarda sanki öyle bir yer var" dediği yöne, surların tersi istikamete doğru yürüyoruz.


Sağımızda kalan  yüksek duvarları takip ettiğimizde, yol bizi "Kadim Süryani Mezarlığı"na getiriyor. Hristiyanlığı kabul eden ilk kavimdir Süryaniler. Tur Abdin olarak adlandırılan Mardin ve Midyat yöresine gittiğimde,Deyrül Zeferan  ve birkaç manastırlarını daha gezmiş, Süryaniler hakkında epey bilgi edinmiştim. 


Mesela, Süryanilerin ibadetinde namaz olduğunu, bizim namazdan farklı olarak, kıblelerinin doğu yönünde olduğunu, direk secdeye gidip kalktıklarında haç çıkarıp tekrar secdeye gittiklerini, günde üç kez namaz kıldıklarını, yazılarının Arapça gibi sağdan sola olduğunu ve Ortodoks olan Kadim Süryanilerin kiliselerine, Ortodokslar gibi duvar resimleri değil, ikonografik resimler olan perdeler astıklarını bu gezide öğrenmiştim.


Zile bastlığımızda kapıyı açan görevli, kısa sohbetimizde, Süryaniler arasında yurt dışına göçün çok fazla olduğunu, bu küçük mezarlıkta yatanların çoğunun da Midyat kökenli olduğunu söylüyor. Küçük de bir şapeli olan mezarlıktaki sohbette, bizi asıl şaşırtansa, etraftaki Müslüman mezarlıkları için söyledikleri  'bazen geceleri dedektör sesleri duyuyoruz' cümlesi  oluyor.


Süryani mezarlığından çıkıp, alçak duvarlarla çevrili Müslüman mezarlıkları arasında, trafiğin de olduğu caddede ilerliyoruz. Karşımıza restore edildikleri belli olan, taş ve ahşap Osmanlı mimarisinde binalar topluluğu çıkıyor. İlki, Merkezefendi Hamamı'nın erkekler kısmı. Hamamın yan sokağı bizi kadınlar kısmına götürüyor. Giriyoruz, yemek molasında olan, orta yaşlarda üç elemanın sohbetini az bölüp, orijinal yqpısında olmayan (erkekler kısmında orijinal yapıdan kalan bölümler varmış) hamamdan,atasözünün tersine, terlemeden çıkıyoruz. 😊


Merkezefendi'den biraz bahsetmenin zamanıdır şimdi. "Komşularımız fareler incine" diyerekten, kedi beslemeyecek kadar, hayvanları da düşünen bir insanın, nasıl biri olabileceğini tahmin edersiniz sanırım. Medrese bitirmiş, yeterli görmeyip tasavvufa yönelmiş, bir Sufi. 


Kanuni Sultan Süleyman'ın Manisa'daki şehzadelik döneminde Merkezefendi de oradaki külliyede şeyhtir. Gözleri kapalı, gönülden okuduğu Kur'an ve söyleşilerinden etkilenen, o zamanlar henüz 18-20'lerinde olan şehzade Süleyman'ın gözlerinden yaş  geldiği rivayet edilir. Aynı yıllarda, şehzadenin kızkardeşi Şah Sultan da Manisa'da ve o da Merkezefendi'den etkilenenlerdendir. 


İşte, tam da burada tarih kayıtlarında bir netlik yok maalesef. Tarihçilerin bir kısmı, bazı evraklara dayanarak, Şah Sultan'la Merkezefendi'nin evlendiğini ve hatta Ahmet Çelebi adında bir oğulları olduğunu söylerken, bazıları bu evlilikten ve oğullarından hiç dem vurmaz. Doğrusu, haklarında araştırma yaparken ben de merak ediyorum, evlendiyseler neden ayrıldılar? Çünkü kayıtlarda Şah Sultan'ın, bir Arnavut devşirmesi olup, enderunda yetişen Lütfü Paşa'yla olaylı biten bir evliliği daha var.


Lütfü Paşa evlilik yoluyla basamakları çok çabuk atlayıp, sadrazam olan, çok da asabi bir adammış. Bir gün konağına geldiğinde, karısına; zina yapmış olan bir kadına, cinsel organını dağlatma cezası verdiğini anlattığında, Şah Sultan'ın "Böyle bir ceza ne Kur'an'da, ne kanunlarımızda var, sen böyle bir cezayı nasıl verirsin" tepkisine ve bağırıp çağırmasına sinirlenip, padişah kızına el kaldırınca olan olmuş. Konaktaki bütün görevlileri çağıran Şah Sultan, kocasına iyi bir dayak attırdıktan sonra, "padişah kızına el kaldırdı" diye şikayet ettiği Kanuni tarafından, kızlarının hatırına canı bağışlanıp, sürgüne gönderilmiş. Lütfü Paşa'dan boşanan Şah Sultan, bir daha da evlenmemiş.


Yolumuzun üzerinde Merkezefendi Cami var. 16. Yüzyıl, yani Kanuni zamanı. Kapıdaki tanıtım levhasında, 'Kanuni S.Süleymanı'ın kızkardeşi Şah Sultan tarafından Mimar Sinan'a yaptırılmıştır' diye yazıyorsa da, ilk yapılışı, küçük bir tekke olarak, Merkezefendi ve etrafındakiler tarafından olmuş.


Zeytinburnu Belediyesi'nin 2015 yılından bu yana uygulamakta olduğu "Zeytinburnu Kültür Vadisi Projesi" kapsamında, bölgede hem kamulaştırma, hem restorasyon çalışmaları yapıldığından, cami ve çevresi oldukça hareketli. Hareketliliğin bir sebebi de, buradaki köfteciler. Doğrusu ben, meşhur Merkezefendi köftecilerinden habersizmişim. Madem o kadar meşhurlar, bir tadına bakalım dedim ama, köftelere  notum olumsuz.


Merkezefendi'de benden iyi not alan Tarihi Merkezefendi Fırını oluyor. Proje kapsamında restore  edilen fırının, zerdeçallı, ekşi mayalı ekmekleri gerçekten güzeldi. Ama ne yazık ki, ben bu yazıyı hazırladığım günlerde ( 19 Eylül 2022 gecesi) yanan,  iki katı taş, bir katı ahşap olan fırından geriye, fotoğraflarını gördüğüm  bir enkaz kalmış.


Cevizlibağ metrobüs durağına doğru ilerlerken, yolun sağ tarafında okul binaları, sol tarafındaysa, içinde küçük de bir cami olduğu gözüken Yenikapı Mevlevihanesi'ni görüyoruz. Bina restore edilip Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi'ne yerleşke olarak verilmiş. Üsküdar'da Atik Valide Camisi külliyesinin bimarhanesi  (akıl hastanesi) olan eski Toptaşı Cezaevi de aynı üniversiteye yerleşke olarak verildiğinden, görevliler içeriyi gezmemize müsaade etmemiş, dekanlıktan izin almamızı söylemişti. Aynı şekilde, Beykoz'daki tarihi Beykoz Kışla binası da Bezmialem Vakıf Üniversitesi'ne  yerleşke olarak verilmiş, gezilemiyordu. Yani halka malolmuş tarihi binalar, üniversitelere verilince halk gezemiyor. 


Yenikapı Mevlevihanesi'ni de gezemiyoruz tabii ama, adının nerden geldiğini yazmadan geçmeyelim diyorum. Fetihten sonra Fatih sultan Mehmet,  surlarda  Bizans döneminde olmayan bir kapı daha açtırır. Halk, Yenikapı der bu kapıya. 16. Yüzyılın sonlarında, Galata Mevlevihanesi'nden sonra en büyük mevlevihane olan bu mevlevihane açılınca, kapının adı zamanla Mevlanakapı'ya döner, döner, de Mevlevihanenin adı  Yenikapı Mevlevihanesi olarak kalır. 


Cevizlibağ metrobüs durağına varıyoruz. Semt isimlerine bakınca, surların dışındaki bu alanların,  eski zaman İstanbul'unda, nasıl yerler olduklarının da ipucunu veriyor. Cevizlibağ, Bağcılar, Zeytinlik, İncirli, Yeşilköy çok uzakta değil.

Yorumlar