AŞKIN SONUNA KADAR DANS EDİLEN ADA: HİDRA

 

Leonard Cohen ve Marianne Ihlen. Biri, yılın yarısını karlı geçiren Kanada'dan, diğeri, onunla soğukta yarış edebilecek Norveç'ten gelip; Ege'nin şıkır şıkır güneşli, küçücük, ama güneşi hiç gitmeyen bir adasında, bir dükkanın kapısında karşılaşmışlar. Erkek, elinde alışveriş sepeti olan, sapsarı saçlı kadına demiş ki, 'dışarda masada arkadaşlarla oturuyoruz, bize katılmak ister misin?' İşte, şimdi anlatmaya başlayacağım HİDRA ADASI'nda, 1960'larda  yaşanan aşklardan biri böyle başlamış.


Hidra, Pire Limanı'ndan kalkan gemilerle bir, bir buçuk saatte gidilebilen, Saronik Adaları diye adlandırılan adalardan biri. Konumu bakımdan bizim Büyükada gibi olduğunu düşünebiliriz. Ama epey farklılık var aramızda. 


Bir kere, ülkenin öyle yasaları var ki, Hidra'da geleneksel otantik renkler ve stile göre inşa edilmeyen her türlü yeni inşaat yasak. Belediyenin çöp arabası dışında her türlü motorlu taşıt da yasak. (Prens Adaları'mıza motorlu taşıtları sokanların kulakları çınlasın) Taşıma işleri, güzel gözlü eşeklerin. Ve de hala, sadece Yunanistan'ın değil, pek çok Avrupalı zenginin  evleri olan, cazibesini sürdüren bir ada.


İlk yerleşim yeri limana yukarıdan bakan Kiafa iken, zamanla kıyıya doğru yayılarak genişlemiş. Kiafa'da kilisenin etrafında eski konaklar ve evler, kıyı boyunca dükkan ve kafeler sıralanmış. Bir saat kulesi de göze çarpıyor.

 

Atina'nın liman bölgesi Pire'den, günlük tur yapan geldiğimiz gemi, yolcularını indirip, açığa demirliyor. Kıyıya ayak basınca, ilk gözümüze  çarpan eşekler. Her şey düzenli ve temiz gözüküyor. Tepelere doğru uzanan, derzleri beyaza boyanmış taş, düz ya da basamaklı ara sokaklarda kaybolmak için can atıyorum. Bilmediğim sokaklarda kaybolmayı seven ben can atıyorum tabii, sizler bilmem ki sever misiniz? 🙂


Limanda, ayaklarının altında aslan yatan heykeli farkediyorum. Yirmi üç yaşının muhteşem güzelliğinde Sophia Loren'in oturduğu masa onun yanındaydı. Heykel orada ama, etrafında artık masa yok. 1957 yılında çekilen ve Hidra'yı meşhur eden  ''Boy On A Dolphin'' fiminin sahneleri bunlar. Gözlerim yel değirmenlerini arıyor. Limanın iki tarafının da yukarılarında kanatları olmayan değirmenler duruyor. Yelkeni yok, dönmez artık o kanatlar. 


Adanın merkeze yürüme mesafesinde çok küçük plajları var. Bazıları Kaş'ın Küçükçakıl'ı kadar. Bazıları kayalara setler halinde düzenlenmiş.  Büyük plajlar tekne ya da deniz taksilerle gidilebilecek mesafelerde. Adanın içlerine patika yollar var, saatlerce yürünebilecek. Vakit dar ama, gemi akşamüstü kalkacak.


Biz dar sokakları adımlıyoruz. Seksenlerde dinlemekten usanmadığım, Cohen'in  'Dance me to the end of love' kulaklarımda, Leonard'la Marianne'nin dükkanda karşılaşmalarından sonra neler olduğunu da yazalım  mı biraz? Sevenler, izlemediyse 'Words Of Love' belgeselini izlesinler yine de. 


Marianne, yazar eşiyle Hidra'ya geldiğinde küçük bir de oğlu vardı. Eşi çeşitli nedenlerle Oslo'ya çok gidiyor, adadaki ailesini ihmal ediyordu ve nihayetinde ayrılırlar. 


Adaya hücum eden birçokları gibi, Leonard da yazıyordu. 1500 dolara adada, terası da olan küçük bir ev satın aldı, beraber yaşamaya başladılar. Yazdıkları tutmayınca, bir arkadaşının önerisi, onu şarkı sözü yazmaya ve söylemeye yönlendirdi. İlhamı Marianne'di. Ama yine gidişler başlamıştı. Önce o, adadan ayrıldı, NY'da ev alınca Marianne'e gel dedi. On iki yıl sonra, birbirine görünmeyen bağlarla bağlı, ama ayrı hayatlardaydılar.


2016 yılında, seksen bir yaşındaki Marianne hastanede son günlerini yaşarken, Leonard gönderdiği mesajda 'elini tutacak kadar yakınındayım....Yolun sonunda buluşacağız' dedikten iki gün sonra Marianne, üç ay sonra da Leonard hayata veda etti. 


Yaaa, şimdi bir Leonard şarkısı dinlenmez mi? Hatta, merak edilip  Boy On A Dolphin  filmi, you tube'da izlenmez, Sophia'nın güzelliği ile diller tutulmaz mı?

Yorumlar