SİNG'DE BAĞ BOZUMU


 Hayatımda iki kez üzüm  bağında bulundum. Biri bizzat bağ bozumu yapıp, her evresinde bulunduğum bir köy geleneğiydi. Sonunda tadımı, pekmez ve pestille olacaktı. Diğeri, Gökçeada'da  turla gittiğimiz büyük bir bağdı, sonrası tadımı, mayalı üzüm suyuyla olacaktı 🙂

 

Biraz uzağa, doğuya gideceğiz, doğuda bir köye, Erzincan'ın Kemaliye'sinin Çat, eski adıyla Sing köyüne. Ben, lise yıllarımızdan bu yana arkadaşlığımızın kesintisiz sürdüğü  Süheyla'nın 'hadi annemleri almaya beraber gidelim' önerisiyle köydeyim. İyi ki de gitmişim. Seksen santim kalınlıkta duvarları olan, ocaklı, dolap banyolu, sedirli yöresel, eski bir taş evden kalan son odada uyuyup, sularında, tepelerinde, toprak yollarında harika günler geçirdim.

    

Bilim insanları yaptıkları incelemelerde, köyün bulunduğu yörenin, milattan üç bin yıl kadar öncesine dayanan bir yerleşim yeri olduğunu tespit etmişler. Adı Miran diye geçen bir kentten de bahsediliyor. Ki, on beş yıl kadar önce, yakınlarında maden arama izni verilmesiyle gündeme gelen, Miran adında bir çayı da var yörenin.


Ankara Dil Tarih Coğrafya Fakültesi'nden gelen bir profesör; bir gün bizim de çıktığımız, camide ezan okunduğunda ya da bir anons yapıldığında, sesin dört beş kez daha yankılandığı, köyün karşısında, köylülerin Kalecik dedikleri dik yamacın, gözetleme yeri olduğunu söylemiş. Kalecik'in karşısına düşen, benim de küçük mavi sırlı bir keramik parçası bulduğum  mağaraları gördüğümüz yerin ise yerleşim yerleri olduğunu.


Köyün, sadece birkaçı konak diyebileceğim kadar büyük, diğerleri orta halli olan taş evleri var. Çoğu yıkıntı halinde olan bu evleriyle, gidenlerinin Rum değil, Ermeni olduğu küçük bir Dereköy (Gökçeada) gibi Sing. Anadolu'nun o coğrafyasında, iki taraf için de yaşananları, evlerin duvarlarındaki taşlar biliyor, dut ağaçları biliyor, lakin dilleri yok anlatamıyor. Artık hayatta olmayan emanet çocuklar susmuş; çünkü, üzerlerine kurulan yeni hayatlar, susmalarını gerektiriyor.


Sing günlerimde bir sabah, köyün hemen dışındaki bağa doğru yürüyen altı kişiyiz. Süheyla ve benden başka, onun annesi, babası, yengesi, komşu Ateş Teyze'yle, üzümlerimizi taşıyacak olan onun uzun kulaklı Pamuk Prenses’i  de var. Bir bakışta hiç üzüm göremediğim bağdan, Pamuk Prenses’in küfelerini üç kez dolduracak kadar üzüm topluyoruz.


Üzümler yıkanıp, lastik çizmeler de ayaklara çekilince üzümler ezilmeye başlanıyor. Başrolde yine Ateş Teyze, aslında adı Emine soyadı Ateş, ama o hep ateş, yaşamı da öyle. Sabah altıda ateş yakılacak ve üzümün suyu pişirilmeye başlanacak.

 

Akşamlar, komşuların birbirine gidip gelmesiyle geçer köylerde. Dizi salgınlarından önce mi deseydim yoksa! Gittiğimiz evlerden birinin duvarında üzüm salkımı şeklinde bir soy ağacı görüyorum. Bir başka evde, üst üste konmuş, desenli boyalı sandıklar. Birinin duvarında fesli, pos bıyıklı siyah beyaz bir fotoğraf asılı. Asıl adı Şakir olan Şeker Dede, bir dönem demiryollarında çalışmış. Evlerden birinde babasının 93 Harbi'ne katıldığını ve  on yıl askerlik yaptığını anlatan ev sahibini dinliyorum.


Kuş seslerinden başka ses duyulmayan, özleyeceğim bir sessizliği var köyün. Evlerin bazılarında metal işlemeli kapı tokmakları, hani bazı kapılarda  iki tane olup, biri ince diğeri kalın ses çıkaran. Bunlar eskidendi tabii, kalını erkek, inceyi kadın tıklatsın ki, kapı gelene göre açılsın diye. Telefonlarımız daha iyi çekiyor diye çıktığımız Dua Tepesi var; deniz kabukları bulduğumuz, Nuh Tufanı'nı akla getiren, neden dua tepesi diye düşündüren.


Bağdan topladığımız üzümlere dönelim yeniden. Ertesi sabah erkenden, evin önünde, üzerine büyükçe  kazanların oturtulduğu ateşler yakılıyor. Üzümler, karıştıra karıştıra saatlerce pişiriliyor. İşin içine bir de kum giriyor ama, köyün Trasul dedikleri su kaynağından su almaya gittiğimiz için, o kısmını nasıl yapıldığını anlatamayacağım ne yazık!  Kıvam oluştuğunda ya pekmez olmaya, ya da çatı arasına serilen beyaz örtülerin üzerine dökülüp, kuruyunca leziz pestil olmaya hazır artık topladığımız üzümler.


Üzümlü bir Erzincan türküsüyle bağlayalım anılardaki o günleri;

Bağa indim üzüme

Diken battı dizime

Keşke inmez olaydım

Yar göründü gözüme...

Yorumlar