ÇAY, ÇİKOLATA, ÇAMLICA

 


..........

İkimiz karşı karşıyayız  

Sizin peder ölmüş 

Öldü benim babam 

Karşı karşıya kaldık iki meşhur adam  

Benim şöhretim nerden gelir ben neyimle meşhurum, malum! 

Size gelince, 

Sizi meşhur eden şey, hırsız bir babanın kanlı altınlarını çalan hırsız bir oğlun parasıdır 

Sizin şöhretiniz, lanetle dolu bir yükün çuval darasıdır.

.............

                                            Nazım Hikmet


Biliyor musunuz, bir bölümünü aldığım, Nazım Hikmet'in bu serzeniş dolu şiirinin okları kime yönelmiştir? Süreyya İlmen'e,  yani İstanbul'a kendi adıyla hastane, plaj, opera kazandıran, serasker  Rıza Paşa'nın oğlu Süreyya Paşa'ya. Süreyya Paşa, Süreyya Sineması'nı açtığında, sinemanın ilk müdürü Nazım Hikmet'in babası Hikmet Bey olur. 


1932 yılında bir gün, Hikmet Bey'i bir köpek ısırınca, kuduz aşısı yaptırır. Ama bir kaç gün önce, bir yaralanmadan dolayı tetanos aşısı olduğundan, Hikmet Bey hastalanır ve kısa sürede hayatını kaybeder. Hastalığı sırasında, Süreyya Paşa'nın eve gelip, sinemayla ilgili (Beş liranın) hesap sorması, Nazım Hikmet'in "Hiciv  Vadisinde Bir Tecrübei Kalemiye" adlı, zehir zemberek şiirini yazmasına sebep olur..


Küçük Çamlıca, Süreyya Paşa'nın serasker (Osmanlı Genel Kurmay Başkanı) babası Rıza Paşa'nın mülklerinden biriydi. O da koruyu, bir başka paşadan,  Hamdullah Suphi Tanrıöver'in babası Abdüllatif Suphi Paşa'dan satın almıştı.  Koru o yüzden bazen Suphi Paşa hatta bazen de dedesinin adıyla Sami Paşa Korusu diye de geçer. Dikkat bu paşalar sadece paşa değil, baba ve dede Osmanlı döneminde, H. Suphi Tanrıöver de Cumhuriyet döneminde Milli Eğitim Bakanlığı yapmışlardır.


Biliyorum, sıkıcı oluyor ama, zamanın belli olması için biraz yıl yazmam gerekiyor. 1800'lü yılların ortalarından itibaren, yazları Çamlıca'da oturma modası var. Daha sonraları da Çamlıca'ya çıkıp bülbül sesi dinlemek, ya da turlamak.  Mesela, Suat Derviş'in paşa dedesinin, Nazım Hikmet'in de bir yakınının köşkü varmış ki, ilk gençlik yıllarında koruda yürüyüşe çıkarlarmış. Ve Nazım'a başını eğemediği o kadının gölgesini çiğneyerek, şiirini yazmak düşmüş.


Mart baharının güneşli günlerinden birinde, onların dolaştığı yerleri bir dolaşayım diyerek, Küçük Çamlıca'nın yolunu tutuyorum ben de. Niyet belli, ağaçlardan, güneşten, temiz havadan faydalanarak, doğayı yaşamak, hayata tat katmak. Çantamda, 1930'lu yılların  İstanbul'unu yazan, Suat Derviş'in Çöken İstanbul kitabı. 


Koruda, ördeklerin yüzdüğü  küçük göletin yanında tabelada  'Ördekleri beslemeyin' yazıyor. Üst tarafta, aşı boyası renginde tarihi bir yapı olup olmadığını anlayamadığım küçük de bir köşk var. Beltur'un işlettiği bu Su Köşkü, mevsim nedeniyle henüz açılmamış.


Patika yolu takip ederek, korunun Adalar'a bakan tarafına yürüyorum. Tepemde dev verici kulesi. Ona hiç bakmıyorum. Manzara, mantar gibi yükselen apartmanlar. Yeşili kalmayan İstanbul'u görüyorum. Bu tarafta da Beltur'un işlettiği restoran hizmeti veren Topkapı ve Cihannüma Köşkleri var. 


Çayımı alıp, dalıyorum anıt ağaçların arasına.  Çayın yanına çikolata, altında oturduğum sakin çam tam  340 yaşında. 


Suat Derviş kitabında Boğaz köylerini dolaşıp,  ıssızlığından, oturan kimselerin olmamasından bahsediyor. Sahildeki  kahvelerde oturan semtin eskileri, Boğaz'da kimsenin oturmamasına sebep,vapur fiyatlarının yüksekliği diyorlar. Bir de eski paşalar yok, o koca yalılar nasıl dönsün olmayınca  paşalar. Bir çok yalının mirasçıları,  oda oda yalılarını kiraya veriyorlar.  Suat Derviş, yaşasaydı da görrseydi günümüzde Boğaz'da kimlerin yaşadığını.


Az daha yazmayı unutuyordum. Babasından Süreyya Paşa'ya(İlmen) kalan koruyu, o da 1940 yılında Belediye'ye bırakıyor.


Not : Nazım Hikmet'in şiirinin tamamını buradan okuyabilirsiniz.

https://www.insanokur.org/nazim-hikmetin-sureyya-pasaya-ofkesi/

Yorumlar