HORHOR'DA BİR KONAK VE SAKİNLERİ

 


Bu yazıma 4 Şubatta başlamış, ama arada en az üç yazı daha paylaşmama rağmen, Suphi Paşa'nın Konağını ve sakinlerini hep ertelemişim. Bugün 4 mayıs, ayıp oluyor paşaya dedim ve.....Hadi bakalım, sıkılmadan kaç kişi sonuna kadar okuyabilecek :)


Bakanlar, yazarlar, gazeteciler, tiyatrocular çıkarmış bir ailenin konak ve köşkleriyle, o mekanların kenarından köşesinden de olsa, havasını solumuş insanlarının etrafında dolaşacağız.


Horhor'daki konak benim karşıma, bir arkadaşımın çocukluğunun geçtiği,  Fatih'le Aksaray arasındaki Yeşil Tekke Sokağı'nı ararken  çıktı. Sokağın genel yapısıyla çok farklı olan bu büyük taş konak, İstanbul'un ahşap evleriyle yangınlara davetiye çıkardığı XIX. yüzyılda, Abdüllatif Suphi Paşa tarafından, İtalyan bir mimara  yaptırılmış. (1854) 


O konakta büyüyen  Hamdullah Suphi Tanrıöver, Çerkes annesinin, Kafkasya'dan on bir yaşında koparılıp, babası Abdüllatif Suphi Paşa'nın Horhor'daki kırk odalı, üç hamamlı, havuzlu  konağına uzanan hikayesini, şiirinin  satırlarına dökerken, 'Annemin Derdi' demiş. Aslında, dikkati çekmek istediği konu, dönemin bir yarası olan kadın esaretinin, insan ruhunda bıraktığı iz ve yıkımdı tabii ki.


Ailenin kökeni, Malatya'dan başlayıp, İstanbul üzerinden, o zaman Osmanlı toprağı  olan Mora Yarımadası'nda Tripoliçe'ye, orada yaşanan uzun yıllardan sonra, Yunan Bağımsızlık Savaşı'nda Mora'nın  (Tripoliçe katliamı olarak tarihe de geçmiştir) Osmanlının elinden çıkmasıyla, Kavalalı döneminin Mısır'ına uzanıyor. 


Kavalalı'nın sarayında iyi makamlar edinen aile, M.Ali Paşa'nın ölümünden sonra İstanbul'a geliyor. Baba Abdurrahman Sami Paşa ve oğlu Abdüllatif Suphi Paşa, İstanbul'da da sarayda yüksek mevkilere gelmekte gecikmiyor. Abdurrahman Sami Paşa Osmanlı'nın ilk Maarif Nazırı  (Milli Eğitim Bakanı) oluyor.

 

İşte burada ilginç bir nokta var ki, ailenin önemini vurguluyor.  Baba oğul Sami ve Suphi Paşalar Osmanlı döneminde, torun Hamdullah Suphi Tanrıöver de Cumhuriyet döneminde  olmak üzere, üç kuşak  Milli Eğitim Bakanlığı yapıyorlar.


Yedi oğlu, sekiz kızı olan Abdurrahman Sami Paşa'nın oğullarından biri de, Türk Edebiyatının ilk realist romanı sayılan Sergüzeşt'in yazarı Samipaşazade Sezai'dir. O, yeğeni Hamdullah Suphi'nin şiirinden çok önce, esaret konusunu işleyen, kendi gözlemlediği Çerkes cariyelerin yaşadıklarını, Dilber'in başından geçenler olarak Sergüzeşt romanına yansıtmıştı.


Günümüzde hiçbir iz kalmayan, Sami Paşa'nın altmış odalı olduğu söylenen Taşkasap'taki (Günümüzde Vatan Cd. ile Millet Cd. arasındaki bölge, Horhor'la karşı karşıya) büyük, ahşap konağında kendi çocuklarıyla birlikte yakın akraba ve dostlarının çocuklarına da çeşitli alanlarda dersler verilirdi. Bu derslere küçükken Abdülhak Hâmid de katılmıştı. 


Oğullarından Samipaşazâde Sezai, hiçbir okula

gitmemiş, Taşkasap’ta  Sarı Musa Sokağı’nın başında bulunan konakta ve abisi Suphi Paşa'nın Horhor’daki konağında özel hocalardan dersler alarak yetişmişti. Ki, o dönem paşa kızları da aynı şekilde yetiştirilirlerdi. Konağa devam eden gençlerden biri de Namık Kemal'di.


Yoluma çıkan Suphi Paşa'nın Horhor'daki konağı da, babası Sami Paşa'nın, toplantıların yapıldığı, akademi havasındaki konağının devamı gibiydi. Yapıldığı yıllarda küçük bir bostanı ve arabalar için ahırları olan,  büyük bir arazi içindeki konakta  aile uzun yıllar oturdu.


Bu kadar aydın insanların  mülkiyetleri olmasına rağmen  konak, tekke ve zaviyelerin kapatıldığı cumhuriyet yıllarında, geçmişte ailenin Cerrahi tarikatıyla bağları nedeniyle (aileden altı Cerrahi halifesi çıkmış)  tarikat üyelerinin zikir yapabildikleri, korumalı bir yer de olmuş. İstiklal Marşı'nı mecliste ilk kez okuyan kişi olan Hamdullah Suphi Tanrıöver, binayı diğer varislerden satın alarak, 1950'lerde restore ettirmiş, aynı yıllarda konağın bir köşesi Türk Ocakları Merkezi olarak da kullanılmış. 


Daha sonra, İstanbul Üniversitesi tarafından satın alınan Suphi Paşa Konağı, 1970-80 tarihleri arasında içi bir hayli değişikliğe uğrayıp, üniversitenin rektörlük binası olarak kullanılmış. Bir dönem Tıp Tarihi Müzesi'ni de barındıran konak, günümüzde Çapa Tıp Fakültesi Deontoloji ve Tıp Tarihi Bilim Dalı'nın dekanlık binası olarak kullanılıyor.


Abdüllatif Suphi Paşa Konağı'nın, kenarından köşesinden de olsa havasını solumuş  çocuklara ve torunlara gelirsek. Abdüllatif Suphi Paşa, hareminde biri Hamdullah Suphi'nin annesi Ülfet Hanım olmak üzere üç eşi ve cariyeleriyle on beş kadın, yirmi üç çocuğuyla sürdürdüğü hayatla ne kadar doğuluysa, nümismatlığı, çok dilliliği,  sanat okullarının  açılması için çabaları (Sanayi i Nefise), müzeciliğin temellerini attırması (Müze i Hümayun, yani bugünün Arkeoloji Müzesi'nin kurulmasında, arkadaşının oğlu olan Osman Hamdi'yi görevlendirmiş) yönleriyle bir o kadar batılı; bakanlık (Evkaf, Maarif, Maliye Bakanlıkları), valilik, yapmış  bir devlet adamıydı. (Uzun cümle kurma, rekorumu kırdım :) )


Ailenin Çamlıca'da, bazen Sami Paşa bazen de Suphi Paşa Korusu diye anılan koruda (koru daha sonra, II.Abdülhamid'in seraskeri Rıza Paşa tarafından satın alınır, ondan oğlu Süreyya İlmen'e geçer, o da koruyu belediyeye hediye  eder. Bildiğimiz Küçük Çamlıca'daki koru) bir de köşkleri vardı. Devir, Çamlıca'da arabayla, ya da yaya turlama devri. 


Sami Paşa'nın oğullarında biri de Necip Bey'di. Bir iddiaya göre; Abdülmecit'in kızı, Abdülhamid'in kız kardeşi Mediha Sultan, bir Çamlıca gezintisinde Necip Bey'i görür ve aşık olur. Ve ne yapar eder, abisini evlenmelerine  razı eder. Bir de çocukları olur ama, ne yazık ki paşazade evlendikten dört yıl sonra  hayata veda eder. Sonra kiminle mi evlenir Mediha Sultan, Damat Ferit Paşa ile.

Sami ve Suphi Paşaların Çamlıca'daki köşklerinden bahsederken, o dönemin Çamlıca'sına bir göz atalım mı? (Bu bilgileri edindiğim günlerin akabinde, ben de bir Çamlıca turu yaptım.)

 

''19. yüzyılın başında bu çevrede sadece birkaç bağ evi vardı. Padişahlar da, bu yörelere ancak av için çıkar veya atla gezintiler yaparlardı. Büyük ve Küçük Çamlıca'nın İstanbul'un sosyal hayatına girmesi, II.Mahmud'un eseridir. Onun kişisel ilgisi kadar, dönemin artık gelişen ve bir kıvama varan şartları da Çarnlıca tepelerinin İstanbul hayatına girmesinde önemli rol oynamıştır. Bu şartlar, yeniçeriliğin kaldırılıp çevreye bir güvenlik ortamı sağlanması ve ilk planda kadınlar için olmak üzere, öküz ve at koşulu araba kullanımının artmasıdır."


Yahya Kemal'in Çamlıca için söyledikleri de şöyledir; ''Çamlıca, Namık Kemal ve genç arkadaşları Hamid, Ekrem, Sezai ve ötekilerinin elli sene evvel aleme baktıkları tepedir. Namık Kemal, yeni edebiyatın ilk çocuklarına, orada, eski vezir konaklarında tesadüf etti. Bu çocuklar, İstanbul kibar efendilerinin Çerkes cariyelerinden doğmuş, dadılar ve lalalar elinde büyümüş, devlet rüyasını daha beşikte iken görmüş, biraz şehzade ruhluydular. Kemal, bu hanedan çocuklarını bir nefesiyle nasıl ayaklandırmış.'' 


Çamlıca'daki koruyu Abdülhak Şinası Çınar, Çamlıca'daki Eniştemiz kitabında şöyle anar; “ Nihayet, asıl Çamlıca demek olan Kısıklı Caddesi solda, Büyük Çamlıca sağda. Kısıklı meydanında, Küçük Çamlıca yolları başlar ve etrafı yine şairane isimler sarardı. 


Karşımızda uzun Alemdağ’ı Caddesi, sağ tarafta Suphi Paşa'nın kır menekşesi kokular ve bülbül sesleriyle meşhur büyük korusu, daha ileride, Libâdiye, korunun arkasından geçen Bulgurlu Caddesi üstünde, sol tarafta, Hanım Seddi denen bir yer vardı ki, hakikat, o civardaki köşklerde bulunan hanımlar, akşamları buraya gelirler, serili ehramlar üstünde otururlardı. Daha sonra Bulgurlu ve Söğütlü Çayırı gelirdi ki orada Hüseyin Cahit Beyin hikâye ettiği köy düğünleri olurdu.”


Suphi Paşa'nın oğullarından biri olan Hamdullah Suphi Tanrıöver'in devri farklı olsa da, babası ve dedesi gibi eğitimden sorumlu bakan olduğunu yazmıştık. Günlük yaşantımızda çokça kullandığımız 'Günaydın' kelimesini  dilimize o  kazandırmıştır.


Ailenin torunlarından biri de ressam Ahmet Zeki Kocamemi (1900 Fatih-1959). Önce Hikmet Onat, sonra da İbrahim Çallı'nın öğrencisi olan Kocamemi, Münih'te de bir atölyeye devam etmişti. Cumhuriyet döneminde Trabzon Lisesi'nde resim öğretmenliği yaparken, öğrencilerinden biri Bedri Rahmi Eyüboğlu'ydu.


Abdullatif Suphi Paşa'nın kızları da anılmaya değer. Mesela  biri Seniha Sami Moralı'dır. 1886 doğumlu Seniha Hanım, Arkeoloji Müzesi'nde görev alan ilk kadın müzecidir. Bildiği yabancı diller sayesinde bir çok arkeolojik kitabı Türkçe'ye çevirdiği gibi, Shakespeare'in bir çok eserini dilimize o kazandırmıştır. Osmanlı döneminde, sarayda sultanlara yabancı dil dersi verirken, Cumhuriyet döneminde Atatürk ve İnönü'ye tercümanlık yapan Seniha Sami Moralı, Nazım Hikmet'in de baldızıydı.


Suphi Paşa'nın torunlarına gelirsek. Latife Bekir Çeyrekbaşı (1901-1952), Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin ilk kadın milletvekillerinden olup, feminist hareketin öncülerinden ve Türk Kadınlar Birliği'nin kurucularındandı. Onun torunu Sema Çeyrekbaşıoğlu ise, bir dönem Devlet Tiyatrosu Müdürlüğü de yapmış, hala tiyatro sanatçısı olarak sanatını sürdürmekte. (Bazen Facebook'ta Elfe Uluç'a yaptığı yorumlarda rastlıyorum ona.)


Radyo dinlediğimiz zamanlardan kulağımızda kalan bir bestekar ismi, Suphi Ziya Özbekkan da bu ailenin bir üyesiydi. Babası II. Abdülhamit devri devlet adamı ve müzisyenlerinden, Dârülelhan isimli Türk müziği konservatuvarının kurucusu Yusuf Ziya Paşa; annesi Abdüllatif Suphi Paşa'nın kızı Ayşe Behiye Hanım. 

 

Suphi Paşa'nın torunlarından biri de Erdem Buri'dir. Benim jenerasyonum, Erdem Buri'yi çok değilse de Burçak Tarlası şarkısıyla Tülay German'ı hatırlar. Kendisi de Çerkes kökenli olan Tülay German, müzik dünyasına cazla girip, Anadolu ezgileriyle devam etmişti. Paris'te, Erdem Buri hayatını kaybedinceye kadar, otuz yıl birbirlerine can yoldaşlığı etmişlerdi. Erdem Buri, aynı zamanda sosyalist gazeteci, aktivist, başını hiç eğmeyen kadın Suat Derviş'le de kuzendi !


Nasıl, biraz sıkıcı değil mi? Ama ben araştırma aşamasında o kadar keyif almıştım ki! Kim kiminle akraba, Çamlıca Korusu'nun hikayesi, Nazım Hikmet'in Süreyya Paşa'ya kızarak yazdığı satırlar, Suphi Paşa Konağı'nı ucundan yaşamış torunlardan Melek Günersu'nun kitabı Nevbahar'ı arayışlarım vs. vs..

Yorumlar