CHANGA, AVNİ LİFİJ, SSM HARİKZEDEGAN

 


Changa, Swahili dilinde karışım demekmiş. Bir dönem, İstanbul'un en gözde restoranlarından birinin de adıydı Changa. Yeni açılan yerlere, yemeklerinin  lezzetinden  ziyade, nasıl bir yer olduğunu öğrenme merakımla, çok gitmişimdir. 1999 yılında açılan Changa'nın da, büyük bir delik açılarak cam malzeme ile saydamlık kazandırılan döşemesinden, mutfağın ve mutfak personelinin görülebildiği haberi ilginç gelmiş, bir öğlen tutuvermiştim Sıraselviler'in yolunu.


1903 yılında mimar Karagiannis'in elinden çıkma art nouveau binanın dış cephesi Beyoğlu'nda bir çok eski binanın cephesi gibi kabartma motiflerle süslüydü. Restorasyonda, binanın içine fazla müdahale edilmemiş, giriş katındaki tavan ve duvar süslemeleri orijinal haliyle bırakılmıştı. Ne yediğimi kesinlikle hatırlamasam da, gitme sebebim olan zemindeki camdan görünen mutfağı, gayet iyi hatırlıyorum.  Ama merak etmeyin (zaten etseniz de gidemezsiniz 2016 yılında ne yazık ki kapandı) aşağıdakiler, yukarıdakileri görmüyordu.


Durup dururken Changa nereden mi geldi aklıma? Bir çağrışımla. Bazen bir çağrışım  zinciri alır götürür ya bizi bir yerden bir yerlere, işte öyle. Sakıp Sabancı Müzesi'nde  şu sıralar yeni bir sergi var mı diye bakarken, müzede son gittiğim sergiyi hatırladım. Kasım 2019'da "Çağının Yenisi: Avni Lifij" sergisiydi. Sergiyi gezdikten sonra, Boğaz'a karşı bir şeyler içerek günü taçlandırmak isteyip terasa oturduğumda, Sıraselviler'deki restoranın şubesi, Müzede Changa'nın artık orada olmadığını görmüştüm.


Changa'nın sahipleri, yurtdışında büyük şirketlerde kariyer yapmış, beyaz yakalı tabir edilenlerden iki çok yakın arkadaşmış. Daha önce bir mutfak tecrübeleri olmamasına rağmen, işlerini bırakıp çok farklı bir alan olan restoran işinde şanslarını denemek istemişler (Bu arada, arkadaşlardan biri Otel Kempinsky'nin muftağına girip, çalışarak, nasıl oluyor bu işler diye gözlemlemiş) Londra'da tanıştıkları Yeni Zelandalı bir şefi de danışman şef olarak restoranlarına katarak, Sıraselviler'deki Changa'yı açmışlar. Changa açıldıktan iki yıl sonra ,  dünyanın en iyileri listesine 39. sıradan girmiş.  


Müzede Changa da, 2005'te açıldıktan bir kaç yıl sonra 'En İyi Yeni Restoran' ödülünü almayı haketmiş. Füzyon mutfağını, yani çeşitli dünya mutfaklarının yemek ve pişirme metodlarını bilinçli bir şekilde karıştırarak uygulayan, ülkemizdeki ilk restoran olmuş. Ama onun ömrü, Sıraselviler'deki ilk restoran kadar da uzun olamamış ki, ben sergi sonrası keyfi yapayım dediğim terastaki mekanın adı MSA ( Mutfak Sanatları Akademisi) idi.


Changa'lar  güzeldi ve bitti, ama onları bana hatırlatan serginin konusu olan ressamdan bahsetmeden olmaz bu yazı. Çağının Yenisi, Avni Lifij. Soyadı size de ilginç gelmedi mi? Lifij, Çerkez dilinde 'Beyaz tenli' demekmiş. Samsun'a yerleşen Çerkes sürgünü bir ailenin oğlu olan Avni Lifij, ata toprağından bir anı olarak bu soyadını kullanmış.


Sergiye damgasını vuran, aslında onun hayatını da değiştiren tablosu bir otoportresi. Elinde kadeh, ağzında pipo, başında hafif yana kaymış büyükçe bir şapka, sol omuzunda yırtık, eski bir çorap, gözler hafifçe kaykılmış genç bir adam. Resmi yaptığında daha on sekiz yaşındaki Avni Lifij,  yirmi yıl sonra nasıl biri olabileceğini yansıtmış tuvaline.


Çocuk yaştan itibaren Fransızca özel dersler alan Avni Lifij, yine çocukluğundan itibaren  ilgi duyduğu resim sanatında da  o kadar azimliydi ki, anatomiyi anlamak için Tıbbıye'nin, boya tekniğini anlamak için de Eczacılık  Mektebi'nin derslerine, dinleyici öğrenci olarak katılıyordu. Demiryollarında çalışmaya başladığında, tesadüfler onu, o yıllarda Ayasofya'nın restorasyonu için çizimler yapan Fransız mimar Henri Prost'la karşılaştırıyor. Fransızcası sayesinde onunla iletişim kurarak, resimlerini gösteren Lifij'in şansının dönüm noktası da burada başlıyor. Bahsettiğim pipolu tablosunu gören Prost,  tablolarını Osman Hamdi Bey'e göstermesini öneriyor.


Avni Lifij günlüğünde, yaptığı oto portreleri Osman Hamdi Bey'e gösterip 'Okula gitmeli miyim?' diye sorduğunda, onun 'Okuldan uzak olursan daha iyi edersin.' dediğini yazmış. Sonuçta, Avni Lifij, Osman Hamdi Bey'in önerisi ile, veliaht Abdülmecid'in resim eğitimi almak üzere Paris'e göndereceği listeye girmeyi başarmış. Hatta, diğer öğrencilerden önce 1909 yılında Paris'e gönderilmiş. Aralarında İbrahim Çallı, Sami Yetik'in de olduğu, sonradan resim dünyamızın  '1914 Kuşağı' olan gurup, ondan sonra Paris'e gelir (II.Dünya Savaşı'nın 1914 yılında başlaması sonucu, geri çağrıldıklarından, bu isimle anılırlar).


Paris eğitimi 1912'de, geri çağrılmasıyla sona eren Avni Lifij, İstanbul Erkek Lisesi ve Kandilli Kız Lisesi'nde resim öğretmenliği yapar. Yurtiçinde ve dışında çeşitli sergilere katılır. Viyana'da açılan uluslararası bir sergide, sergiye katılan ilk kadın ressamlarımızdan Harika Hanım'la tanışır ve evlenirler.


1922 yılında, Atatürk'ü kutlamak üzere Bursa'ya giden 500 öğretmenin arasında, Avni ve Harika Lifij de vardı. Bursa Şark Tiyatrosu'nda kabul ettiği öğretmenlere Ata'mızın hitabı bence hala güncelliğini devam ettiriyor.


"Hoş geldiniz irfan ordusu....Zaferi kazandık ama savaş bitmedi, gerçek savaş şimdi başlıyor. Bundan sonra cehaletle savaşacaksınız. Bu savaşın ordusu sizlersiniz."


Güzel Sanatlar Akademisi'nde Dekoratif Sanatlar bölümünde öğretmenliğine devam ederken, kendi dalında eleştiri yazıları yazmaktan da geri kalmayan, şehrin bol bol fotoğraflarını çeken bir entellektüel olan Avni Lifij, 1927 yılında kırk bir yaşında, Laleli'deki Tayyare Apartmanlarındaki dairesinde hayatını kaybeder. Ressamlığı bırakarak, hayatını sadece beş yıl evli kaldığı eşinin resimlerini korumaya adayan Harika Lifij, bir daha evlenmez. Her ikisinin mezarı da Piyer Loti'de yan yana.


Gönül isterdi ki, sanatçılarımızın yaşadıkları evlerin duvarlarında daha çok tabela görelim. Sanatçılarımızın ayak izlerini hissedelim. Günümüzde lüks bir otel olan, Avni Lifij'in hayatını kaybettiği, Laleli'de, Mimar Kemalettin Bey'in tasarımı olup, 1922 yılında biten, o zamanki adıyla Harikzedegan Apartmanları, 1918 yılındaki büyük yangında evlerini kaybedenlerin en azından bir kısmına barınak sağlamak için yapılmıştı. Ama, ne apartman, ne apartman geliri mağdurlara verilmedi. Sonunda Türk Hava Kurumu'na bağışlandı ve Tayyare Apartmanları adıyla anıldı.


Benim ilginç bir bağlantı kurduğum nokta ise, babası Azerbaycan milli şairi Elmas Yıldırım olan lisedeki fizik öğretmenim Azer Elmas'ın, İTÜ Maden Fakültesi'ne devam ettiği yıllarda (1950'ler) Tayyare Apartmanları'nda, rejim nedeniyle Azerbaycan'dan ayrılmak zorunda kalmış bir dostlarının evinde kalmasıydı. Avni Lifij'in de hayatının son yıllarında Tayyare Apartmanları'nda yaşıyor olması, Kafkas kökenlilerin bir arada olabilme isteği miydi acaba?

Yorumlar