İSTAKOZ, CANCHANCHARA, HASTA SIEMPRE (2)

 


Yemekten sonra, Trinidad'ta bir ritüele dönüşmüş olan  Plaza Mayor'un merdivenlerinde oturup, müzik ve mojitoyla  sürüyor gece. Gündüz pek kimsenin olmadığı merdivenlerde gece oturacak yer bulmakta zorlanıyoruz. Müzik tabii ki canlı ama, hava hafif serin. Bir saat kadar sonra, kapalı bir yerde geceye devam edelim diyoruz ve Casa de la Trova'ya giriyoruz.


 Canchancaralar devrilmeye devam ediyor. Müzik ve dans zaten hiç bitmiyor. Klübün elemanı çoğu yaşlı dans ustaları, müşterileri sürekli dansa kaldırıyor ve usanmadan figürleri gösteriyor. Bazı müşteriler ise, Kübalılardan ayırt edilmeyecek kadar güzel dansediyor.


Casa de la Trova'da mutfaktan yeni çıkmış bir ev kadını havasındaki kıyafetiyle, gözleri kapalı, ama tüm vücuduyla tempo tutup yaşayarak caz ritminde söylediği şarkılarıyla Liya'ya hayran oluyorum. Gözlerimi  ayırmadan nasıl dinlemişsem, hiç göz göze gelmemiş olmamıza rağmen şarkıları bitince masamıza gelip tüm sıcaklığı ve samimiyetiyle "sizden acaip elektrik aldım, Kanada'lı mısınız?" diyerek hepimize sarılıyor. 


Selma Hayek'in daha şişman ve bakımsızı Liya'yla hatıra fotoğrafı çekiyoruz. İki dakikanın içinde bir sürü şey anlatıyor, İngilizceyi kendi kendine öğrendiğini söylüyor. Biz klüpten çıkarken o da tek başına evine doğru yürüyor. İmzalatıp aldığımız CD'ler, ondan ve Trinidad'dan birer hatıra olarak kalıyor. Bir gibi otele dönüyoruz.


Trinidad'ın geceleriyle gündüzleri birbirine fark yapıyor. Lambaları, estetik demir korkulukları, tazı heykelleriyle süslü parkı ve merdivenleriyle Plaza Mayor, Romantik Müze, Santissima Kilisesi, 19. yüzyıl konakları, taş kaplı sokakları, renkli tek katlı evleri ile eski şehir merkezi Unesco Dünya Kültür Mirası Listesinde.


Eski şehir merkezine 16 km. mesafedeki Ancon yarımadasında, aynı adlı sahilde, Club Amigo Costa Sur adlı otelde kalıyoruz. İki odalı, bordo boyalı bungalovumuzun hemen önü kumsal. Sabah yataktan kalkıp kendimi Karayip Denizi'nin sularına bırakmanın keyfini yaşıyorum.


Kahvaltıdan sonra, deniz, güneş ve mojito devam ediyor. Tüm hayatım boyunca yemediğim  kadar çok ananası, Küba'da on günde yiyorum. Trinidad'ta iki tam gün kalıyoruz. Öğleye kadar denize girme lüksümüze, bir de öğle yemeği olarak istakoz yeme lüksü ekliyoruz. Herşey dahil otelimizin açık büfesinde jumbo karidese kadar zengin çeşit var ama, istakoz ziyafetinin adresi sürpriz bir yer oluyor.


Otelin 100 - 150 metre kadar ilerisinde, hiç kimsenin olmadığı, palmiyelerin altında güneşlenirken,  mavi gözlü, bizim dolmuş kahyalarına benzeyen, yakasında görevli kartı olan melez bir  Kübalı yanımıza gelip, "Bir istakoz tabağı ister misiniz?' diye  soruyor. Biz, 'neden olmasın.' deyince, saat kaçta istediğimizi sorup, para almadan ortadan kaybolan kırmızı gömlekli kahyamızı, "acaba gelecek mi?  merakıyla beklerken,  deniz dibinin renklerini, taşlaşmış  fosilleri, bembeyaz kumuyla bir doğa cennetini yaşıyoruz.


Streçle sarılmış büyük bir tabakta garnitürleriyle istakozlarımız, yanında Küba'nın ünlü birası Bucanero eşliğinde hoş bir sunumla, tam söylediğimiz saatte geliyor. Taze, leziz ve doyurucu istakozlarımızı,  deniz kıyısında, kumların üstünde ve palmiyelerin altında  katmerlenmiş bir lezzetle yiyoruz.


Camagüey'den Trinidad'a gelirken Unesco Dünya Kültür Mirası listesine alınarak sit alanı ilan edilen Valle de los İngenios'a (Şeker Fabrikaları Vadisi) uğramıştık. Burada, sömürge döneminde büyük toprak sahiplerinin "hacienda"denilen çiftlik evlerinden birini ziyaret ediyoruz. İznaga ailesinin çiftliğinin Torre de Manaca İznaga adı verilen 40 metrelik kulesinden, onlar köleleri izlermiş ama biz vadinin güzelliğini izliyoruz. Şehre 10 km.mesafedeki İznaga'ların haciendası, Castro Küba'sının restoranlarından biri olarak hizmet veriyor.

Yorumlar