Bu fotoğraf zorlu bir yürüyüşün anısı olarak burada kalsın. Dün (13 Şubat 2025) hedefte Kaş Limanağzı’nın ucundaki fener vardı. Derin bir koyun bir ucundan başlayıp, diğer ucuna yürüyecektik. Yol arkadaşım Çiğdem ile beraber.
Aslında aynı rotanın ilk denemesini 10 gün önce grubumuzun yaşı küçük, enerjisi büyük Dünya’sıyla yapmıştık ama, daha önce Hıdrellez Mağarası’na yaptığımız yürüyüşte önümüze çıkan 5-6 köpek yine havlamaya başlayınca rotayı başka yöne çevirmiştik.
Bu kez köpekler havlasa da, kıyıda plajların olduğu bölgede onların mıntıkasına girmeden, makiliğin içinden yukarıdan yürüyecek, sonra yine kıyıya inecektik. Öyle de yaptık. Üstelik, patika yolu dahi olmayan bu güzergahta, bir yandan geven dikenleri, bir yandan eğimli kayalık araziye rağmen, yol arkadaşımın gözüne çarpan sarı otları toplamaktan geri kalmadan. Sadece o değil, o sık nebatların arasında, tilkişenler de ondan kurtulamıyordu.
Sarı otla, Kaş’ta ıspanak gibi, ama süt ekleyerek pişirilen bir yemek yapılıyor. Tilkişen ise, soğanla kavrulup, üzerine yumurta kırılan yabani kuşkonmaza deniyor. Yani, görünce kaçırılmayacak yöresel otlar. Bir de birkaç kölmen ( yabani taze soğan denebilir) çantaya attıktan sonra, tekrar kıyıya, kayalıkların üzerinden yola devam ettik.
Mevsim nedeniyle olsa gerek, deniz biraz çekilmiş, suya basmamıza hiç gerek kalmadan, bazen üç beş metre yukarıdan, bazen bir metre yukarıdan tuz ve rüzgarın etkisiyle bıçak gibi olmuş kayaların üzerinden, dönüşte Sahil Güvenlik’i mi çağırsak diye konuşa, güle yolu yarıladık.
Kayaların üzerinden yürürken de deniz otları torbamızdaki yerlerini aldı. Onlar da hafif haşlanıp, zeytinyağı, limon ve sarımsakla Kaş sofralarında yerlerini alır.
Yolumuzun üzerine bu kez geçen yıl mültecilerin parçalanmış teknelerinin omurgasının iki ayrı parçası çıktı. Dönüşte bunları sal yapıp karşı kıyıya mı çıksak esprini yapmayı da ihmal etmedik.
Ve nihayet fenerin çok yakınındaki küçük kulübeye ve haritada farkedip, burayı mutlaka görelim dediğimiz, denizle otuz santimlik bir aralıkla bağlantılı küçük gölcüğün yanında molalandık. Güneş, sürü halinde dolaşan gümüş balığı yavrularını ayna gibi görmemizi sağlarken, avcı borazan balığı da iki yavrusuyla onların peşinde suyun içinde dolanıp duruyordu.
Fenere çok az bir yolumuz kalmıştı. Biraz dinlenip, bir şeyler atıştırdıktan sonra, yine kayaların üzerinden fenere yürüdük. Evlerimiz koyun öbür ucunda karşımızdaydı.
Dönüş için artık o kadar da endişemiz yoktu. Saat birde yola çıkmıştık, saat dört olmuştu. Çok tehlikeli ve geçişe imkan vermeyen kayalık olmadığı müddetçe hep kıyıdan gidecek, makiliğe girmeyecektik. İkimizin de elleri hafif sıyrıklar ve gevenlerden nasibini almıştı.
Öyle de yaptık, kıyı boyu atlaya zıplaya, hatta kaya tırmanışı yapa yapa, ama en emniyetli şekilde plajların olduğu yere vardık. Saat beş olmuştu. Eve varmaya bir saatlik patika Likya Yolu güzergahı vardı artık. Ki o yol bizim için her zaman gezmeye çıktığımız evimizin yoluydu.
Kaş’ta yürüdüğüm en adrenalin yükleyen yürüyüş oldu. Ve evden Limanağzı’na olan kısmı saymazsam, hiç lahite rastlamadığım tek yürüyüş.
Yorumlar
Yorum Gönder