Akşam yaklaşıyordu, güneşin denize kavuşmasına az kalmıştı. Komşumun verdiği eski yünleri yıkamış, kurutmuş, sıra sopayla atmaya gelmişti. Hallaç gibi yapamadıysam da, epey bir kabartmıştım koyun yünlerini. Eminim, Likyalı eski komşularım da aynı işleri yapıyordu.
Hadi biraz yürüyelim, dedi Ayşe. Benim Kaş"taki bir numaralı rehberim ve komşum. Sayesinde, bu topraklarda iki binden fazla yıl önce yaşayan Likyalılardan kalan, sarnıç, kuyu, lahitlerin kuytuda olanlarını bile gördüğüm. Onun, eskiden çocuklarını yıkadığı, Likyalılarınsa zeytin ezdiği, kayaya oyulmuş işlikleri de o göstermişti.
On dakika yürüyüp, yine bir makiliğin içinde varla yok arası bir patikayı takip ederken, bir tepeye çıkıyoruz. Üç Kuyular, dedi Ayşe. Evet, üç kuyu vardı, biri neredeyse bir metre çapında.
Antik Sebeda topraklarındayız, Likya'nın küçük yerleşimlerinden biri. Tepenin üstündeki kaya küçük bir düzlük, etrafı yıkık taş duvar kalıntıları izlenimi veriyor. Herhangi bir yazı yoksa da, buranın, Sebeda'nın açık hava mabedi olarak tanımlanan yer olduğunu düşünüyorum.
Kayalardan birine elliye elli gibi bir niş oyulmuş. Etraf kekik dolu. Her zamanki gibi, boş dönmüyoruz. Sarıot yoksa kekik, topluyoruz. Sahil Güvenlik Limanağzı açıklarında demirli, anonsun sesi bize geliyor. Güneş denize kızararak kavuşuyor. Eve dönüyoruz.
Yorumlar
Yorum Gönder